BİLGİ’nin en çok sevilen hocalarından Celil Oker, BİLGİ Reklamcılık’ta Öğretim Görevlisi… Kapısı her zaman açık, ışığı gören geliyor. Samimi kelimesini dikkatle kullanıyor. 7 polisiye kitabının yazarı ve yaratıcılığın doğuştan olduğu illüzyonunu yıkmak için durmaksızın savaşıyor. Yaratıcılığın öğrenilebilir bir şey olduğunu savunuyor ve bunun evrensel kurallarını öğrencileriyle paylaşıyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi hocalarından Celil Oker’e konuk olduk. Celil Hoca ile BİLGİ’yle tanışma serüvenini, hoca öğrenci ilişkilerini ve polisiye kitaplarını konuştuk. Hayatının en mutlu yıllarını BİLGİ’de geçirdiğini söyleyen Oker, öğrencilerinin mesleki ve bireysel hayatına önemli katkılar sunuyor.
BİLGİ’yle yollarınız nasıl kesişti, öncesinde neler yapıyordunuz?
Ben Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı’ndan mezunum. BİLGİ’den önce son 15 yıl bir reklam ajansında çalıştım ve temel işim reklam yazarlığıydı. İşimi yaparken bir yandan da sektör için ne yapılabileceğini düşünüyordum ve bir kaç tane sektör dergisine yazı yazıyordum. Bir gün telefonum çaldı ve Haluk Mesci aradı. Haluk Mesci, sektör için çok önemli bir isimdi ve benim reklamcılığa başladığım ajansın patronu ve kurucusuydu. Bana, “BİLGİ’de hocalık yapar mısın?” diye sordu. Nasıl yaparız diye konuştuk ve Mesci bana “Sen bir Aydın Uğur ile görüş” dedi. Ben de İletişim Fakültesi’nin Kurucu Dekanı Aydın Bey’le telefonda görüştüm. Daha telefon konuşmamızda şunu anladım: Konuştuğum kişi benim gibi biriydi. Ben üniversite işini çok önemseyen biriyim. Sonra Kuştepe’de ziyaretine gittim. Son derece samimi, son derece bilgili şahane bir adam. Dolayısıyla heyecanlandım. Bana, “Burada ne yapabilirsin” diye sordu ve dersler için bir hazırlık yapmamı istedi. Başka bir görüşmede bu hazırlıkları sundum. “A çok iyi” dediler ve ben derslere başladım.
Sonrasında süreç nasıl şekillendi? BİLGİ’de tam zamanlı çalışmaya nasıl başladınız?
Bir süre sonra tek dersin yetmediğini söylediler ve “İleri Reklam Yazarlığı” dersini koyduk. Sonra öğrenciler 4. sınıfa geldi ve 4. sınıfta “Kampanyalar” dersini ben verdim. Tam o sırada da polisiye roman meselesi de gündeme geldi ve ajanstan ayrıldım. Yanılmıyorsam 1 yıl yarı zamanlı olarak BİLGİ’de devam ettim. Bu sürenin ardından Aydın Bey, “Seni tam zamanlı programa alalım” dedi. Ben de sevinerek kabul ettim ve 2000 yılından beri buradayım, dolayısıyla birazcık eskidim. Gerçekten çok mutlu ve çok keyifli olarak devam ediyorum. Bir de o yıllarda bir karar aldım. Burası bir üniversite, buradaki öğretim üyelerinin ders vermekten başka sorumlulukları var. Araştırma yapmak, kongrelere gitmek gibi. Benim böyle sorumluluklarım yok. Ben biraz daha öğrencilere yakın olmak ve onlara her istediklerinde zaman ayırmak istedim. Ders dışındaki numaramın bu olduğunu düşünüyorum. Kapım her zaman açıktır, ışığı gören gelir. Öğrencilerin sadece akademik ve mesleki problemlerini değil, hayatla ilgili bir dolu problemlerini konuşuruz. Onlar bana ne kadar danışırlarsa ben onlara o kadar cevap veririm kimsenin özel hayatına burnumu sokmam.
Biliyorsunuz okulda Yaratıcı Yazarlık ve Metin Yazma kulüpleri var. Onları da 4 yıl önce Yaratıcı Yazarlık Derneği adıyla bahçede masa açtıklarında gördüm ve tanıştık. O zamandan beri bu kulüplerle atölyeler yapıyoruz.
Kulüplerde yaptığınız atölyelerin içeriğinde neler yer alıyor?
Ben hep şunu söylüyorum: Her türlü yaratıcılık öğrenebilir ve öğretilebilir bir şey. Bütün bunların başında yaratıcılık konusundaki ideolojik illüzyonu parçalamak için uğraşıyorum. Çoğu insanda yaratıcılığın doğuştan gelen bir şey olduğu ve o kişide yaratıcılık yoksa kişinin pek başarılı olmayacağı gibi bir inanış var. Ben buna resmen alçakla bir ideoloji diyorum. Bu reklamcılık ve futbolda da çok yaygındır. Her dersimde ve her konuşmamda bunu ön yargıyı parçalamak için uğraşıyorum.
Esas acıklı olan yaratıcı olup olmadığı konusunda kuşkusu olan birini, yaratıcılığın doğuştan gelen bir özellik olduğuna inandırmak… Böyle bir durumda bu insan tamamen içine kapanıyor.
Atölyelerde bir yazar olarak kendi deneyimlerinizden de bahsediyor musunuz?
Ben bütün bu çalışmalara kendimden hiçbir şey katmam. “Ben böyle bir şey yapıyorum sen de böyle yap” gibi bir şey söylemem. Ben onlara evrensel kurallar ve yapılardan bahsederim. İnsanların dünyada en bildiği şeylerden biri hikâye anlatmak. Biz çok uzun zamandan beri hikâye anlatıyoruz. İnsanlar bir mağarada toplanıp ateşi yaktıktan sonra bir yaratıcı faaliyet olarak o mağaranın yaşlıları gençlere bir hikâye anlatmış. Hikâye nasıl anlatılır biliyoruz. Birileri bunu dert edinmiş ve bizimle paylaşıyor. Benim yaptığım faaliyetler de bunları başka insanlarla paylaşmak. Dolayısıyla bir hikâye nasıl anlatılır, olay örgüsü ve yapı nasıl kurulur, diyalog nasıl yazılır, bir ortamı tasvir etmek için nelere dikkat etmek gerekir bunları biliyoruz. Ayrıca bunların yarısını Aristoteles’in Poetika’sında zaten yazıyor. Ben de bunları bir mantık çerçevesinde insanlarla paylaşıyorum.
Çok hassas olduğum başka bir şey var. Üniversite dâhilinde yazarlıkla ilgili meselelerimi birazcık bastırırım. Çok meraklı olup soran olursa konuşurum. Bunun da çok nesnel bir nedeni var. Hocalık siz ne kadar istemeseniz de bir iktidar meselesi. Sonuç olarak sınıfta iktidar sizsiniz. Hangi süre içinde neyi konuşacağınızı siz belirliyorsunuz ve onlara not veriyorsunuz. Bu not dediğiniz şey öğrencilerin hayatını doğrudan etkiliyor. Dolayısıyla o iktidarı yazarlık meselesine bulaştırmamak konusunda çok özenliyim. Çünkü eğer bulaştırırsam, öğrencilerde bu hocanın yazarlığına biraz ilgi göstersem bana bir fayda sağlar mı gibi bir şey düşünebilir.
15 yılı aşkın bir süredir BİLGİ’desiniz. 15 yılda neler değişti?
BİLGİ’de çok ciddi bir değişim oldu. Bu değişim santralistanbul. Çünkü burası fiziksel olarak bir üniversiteye benziyor. Kuştepe, Dolapdere ne kadar gayret edilse de sonuç olarak fiziksel durumlarından dolayı benzer. Santralistanbul, üniversiteye benzediği için, öğrenciler şöyle hissetti diye düşünüyorum: “Siz bize üniversiteye benzeyen bir kampüs verdiniz, biz de o zaman üniversite öğrencisi olalım.” Öğrencilerden böyle bir hissiyat alıyorum.
Kuştepe’de dolaşırken öğrencilerin kendi aralarında yaptığı konuşmalarında duyduğum konularla santralistanbul’da duyduğum konular inanılmaz farklı. Santralistanbul’da duyduğum konuşmaların neredeyse yüzde 95’i derslerle, projelerle ilgili. Fakat Kuştepe’de böyle değil. Orada kulak misafiri olduğum konuşmalar, genç insanların kendi gündelik hayatlarına dayalı ağırlıklı olarak da çok manalı olmayan konuşmalardı. Santralistanbul’da öğrencilerimiz, üniversite öğrencisi olmaya başladılar. Bunu derslere katılım, işleri ciddiye alma gibi alanlarda da görüyoruz. Elbette ki her üniversite öğrencisinin değişik bir motivasyonu olabilir üniversite okurken.
Aşağı yukarı her sene 100 civarında öğrencimiz gelir. Bunların hepsi reklamcı olacak diye bir şey yok. Üniversite sadece diploma alıp meslek kazandığınız bir yer değil. İkincisi; Kuştepe’deyken biz didiniyoruz ama aslında toplam öğrenci sayımızın yüzde 20-25’i için uğraşıyoruz diye düşünürdük. Burada çok büyük bir rahatlıkla bu oranın yüzde 35-40’a çıktığını söyleyebilirim. Bunun da küçümsenecek bir rakam olmadığını ve sağlıklı bir oran olduğunu düşünüyorum. Elbette ki her bölümde olduğu gibi bizde de yüzde 20-25 oranında o bölümde okusa ne olur, okumasa ne olur dediğimiz arkadaşlarımız var. Bu da dünya ölçeğinde normal.
Bizim bölümün uzun yıllar taban puanımız yoktu. Dolayısıyla her sınava giren buraya gelmek istiyorsa gelebiliyordu. Son yıllarda taban puanımız oluşmaya başladı ve buraya girebilmek de zorlaşmaya başladı. Dolayısıyla öğrenci profili ciddi bir şekilde değişti.
İletişim Fakültesi BİLGİ’nin en aktif fakültelerinden. Birçok etkinlik düzenliyor ve BİLGİ’ye önemli ödüller getiriyor.
Öyleyiz. Özellikle lisansın son sınıfında direkt piyasaya iş yaptığımız dersler var. Bunlardan en spesifik olanı Makrom dersimiz. Burada öğrenciler gruplar halinde ajans olup, hakiki bir iletişim problemine çözüm bulmaya çalışıyorlar. Buldukları yaratıcı çözümleri de hakiki reklam verenlerin önünde anlatıyorlar. Biz hoca olduğumuz için ne kadar sert davranmaya çalışsak da onlar bizim çocuklarımız. Fakat herhangi bir markadan gelen biri, onlara “Elinize sağlık” demeye mecbur değil. Bu dersten çok şey öğrendikleri bir gerçek. Bir kere defaatle sunum yapmayı öğreniyorlar. Diğer derslerimizde de sunum yapılıyor. Ama bu ders özelinde hiç tanımadıkları insanlara sunum yapıyorlar. Bu ders, diğer alanlardaki yarışmalara katılmak için de motivasyon oluyor. Yarışmalar kendinizi takdir etme ve reklamcılık endüstrisine kendinizi gösterme şansınızı beraberinde getiriyor.
Türkiye’de çok büyük bir reklamcılık endüstrisi yok. Harcamaların büyüklüğü açısından ABD ile kıyaslarsanız çok çok küçücüğüz. Bu nedenle öğrenciler reklamcılık endüstrisine girmek ve kapağı atmak için büyük bir uğraş veriyor.
Kitaplarınızı hangi ortamda yazarsınız, BİLGİ’de yazma fırsatınız oluyor mu?
Hayır, mümkün değil. Burada insanlar gelir, ziyaret eder. Burada çok yazma şansım olmuyor. Ben buraya gelip oturduğum zaman bir şeylere bakıyorum ve kim gelecek diye bekliyorum. Evde yazmak için zamanım var ama ben biraz tembel bir adamım. “Son 3-4 yıldır evde boş zamanlarınızda ne yapıyorsunuz” derseniz, ben uyuyorum derim. Uyurum. Bazen hem okulla hem kitaplarla ilgili meseleleri uykuya dalmadan hallederim.
Yazmaktan farklı olarak, Flight Simulator uçuruyorum. Bir süre ara vermiştim ama şimdi yoğun olarak uçuruyorum. Bunların bazıları oyun kategorisinden çıkıyor ve bütün fiziksel realiteleri göz önünde bulunduruyor. Hata yaparsanız çakılıyorsunuz. Ben şimdi İstanbul’dan kalkıp Kayseri Erkilet Havaalanı’na kadar uçabilirim. Normal hava koşulları dışında rüzgâr, yağmur, kar olursa durum değişir tabii.
Yakında yeni kitap var mı?
Yeni bir haber vereyim. Çok yeni olarak yazmaya başladım. Bu durumlarda annemden öğrendiğim bir rutin vardır. Annem kazak örmek ya da uzun sürecek bir yemek gibi işlere giriştiğinde bir başkası odanın dışından bir yerden koşa koşa gelir ve “Kolay gelsin, kolay gelsin” der. Bu ritüelin yaptığınız işin bu koşa koşa geliş kadar hızlı bitmesini sağlayacağına inanılır. Biz de aynısını eşimle yaptık.”Ben aşağı masaya gidiyorum sen iki dakika sonra koşarak gel” dedim. O da yukarıdan tantana yaparak geldi. İnşallah gelecek sonbaharda biter diye umuyorum.
Genel olarak bitirme hedefi koyar mısınız?
Evet, çünkü yaratıcılığı artırmanın yolu sınırlamalar koymaktır. Zaman da bu sınırlamaların başında gelir. Kendi kendinize verdiğiniz siparişe bir de zaman koyarsanız onu daha kolay yaparsınız. Şimdi sanatla zanaat zaten sipariş meselesinde artırılır. Sanatçılara teorik olarak şu anda kimse sipariş vermez. Bana da kimse bir roman yaz da okuyalım demiyor. Ama siz işinizi düzgün yapmak istiyorsanız kendi kendinize sipariş verebilirsiniz. Siparişin de en önemli özelliklerinden bir tanesi nasıl bir şey istediğinizi tarif etmektir. İkincisi ise süre vermektir. Bu siparişe her zaman uyabiliyor muyum, hayır. Ama süre vermek ve meseleyi mümkün olduğunca daraltmak yaratıcılığın çok faydalı tekniklerinden bir tanesi.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
52 doğumlu bir adamım, 64 yıllık ömrümün en keyifli 15-16 yılını burada yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum. Bunun için BİLGİ’ye teşekkür ederim. BİLGİ’nin öğrencilerine, hocalarına ve yönetimine de bana burada bir yer ayırdıkları için ayrıca teşekkür ederim.