Çeyrek asır sonra Birleşmiş Milletler salonlarında yeniden bir Türk hukukçunun ismi anons edildi: Dr. Nilüfer Oral 34 kişilik Uluslararası Hukuk Komisyonu’na seçilen dört kadın üyeden biri oldu. Komisyon’da, 70 yıl içinde sadece 7 kadın üye görev aldı. Dr. Nilüfer Oral da bu 7 kadından biri olmayı başardı.
2017-2021 yılları arasında görev yapacak olan Oral Türkiye’ye dönüşünden itibaren komisyon üyesi seçilmesine kadar yaşananları anlattı.
Siz ters göç yapanlardan birisiniz, Türkiye’ye dönmeye nasıl karar verdiniz?
Ben aslında tamamen yabancı olup da geri dönmüş değilim. Türkiye’de doğdum fakat ben bir yaşındayken ailem Kanada’ya yerleşmiş, oradan da Amerika’ya. Dolayısıyla eğitimimin yüzde 99’u yurtdışında geçti, sadece bir yılı hariç; Lise 2’yi -o zaman Maarif Koleji’ydi- Kadıköy Anadolu Lisesi’nde okudum. Hatta sınıfta kaldım, onun için tekrar Amerika’ya döndük ailemle. Uzun hikaye… İnsanlara tuhaf geliyor, neden geldiğimi soruyorlar. Ailem burada olduğu için -hatta annem sonradan buraya yerleşti- gelip gidiyordum ve her zaman çok sevdim. İstanbul ayrı güzel, arkadaşlar edinmiştim, liseden. Dolayısıyla benim bir ayağım her zaman Türkiye’deydi.
Türkiye’de hukuka nasıl başladınız?
Ben tüm yükseköğretimimi Amerika’da tamamladım. Ceza hukuku yapıyordum orada, o da çok ilginç bir tecrübe gerçekten. Benim için fevkalade iyi bir tecrübeydi fakat uzun vadeli bir meslek olarak düşünmüyordum. O sırada işten 1 sene ara (sabbatical) aldım ve Türkiye’ye geldim. O sırada bizim çok yakın aile dostumuz, tanınmış deniz hukukçusu aile Aybaylar’ın yanına gittim. Onlar o zaman boğazlar konusu üzerinde çalışıyorlardı. Bakü-Ceyhan boru hattı konusunun gündemde olduğu dönemdi. Boğazlar üzerine yeni tüzük hazırlanıyordu. Uluslararası alanlarda tekrar boğazlar konuşuluyordu. Beni de bu konularda çalışmam için davet ettiler ve diyebilirim ki boğazlar sayesinde Türkiye’de kalmaya karar verdim.
BİLGİ’ye gelişiniz nasıl oldu?
O zaman dışişlerinde çalışmaya başladım, Boğazlar konusu için uluslararası denizcilik örgütüne gidiyordum Londra’da, aynı zamanda bizim prof. Dr. Rona Aybay var. BİLGİ yeni kurulmuştu ve o Hukuk Fakültesi’nin ilk hocalarından biriydi. Ben de yeni gelmiştim. Rona Aybay, BİLGİ’ye davet etti. O zaman Prof. Dr. Uğur Alacakaptan kurucu rektördü. İngilizcemden dolayı -meşhur LAW 201 Dersi- davet ettiler. O zaman part-time olarak başladım, sonradan akademik hayatı sevdim ve full-time ‘a geçtim ve BİLGİ’de devam ettim. ’98’den beri BİLGİ’deyim. İlklerden biriyim o zaman Kuştepe’deydik, güzeldi, herkes herkesi tanırdı, şimdi Dolapdere’deyiz, gerçi buraya taşınmamız söz konusu. Ben santral‘i seviyorum, güzel bir kampüs.
Dışişleri ile yolunuz nasıl kesişti?
Boğazlar çalışmalarım için dışişlerinde çalışmaya devam ettim. Onun için benim dışişleri ile ilişkilerim 1998 yılında başladı diyebilirim, Boğazlarla. Sonra devam etti. Dışişleriyle başka konularda da çalıştım, Mavi Marmara davasında çalıştım. Şimdiki konuda değil, olay olduğunda BM bir komisyon kurmuştu, hem İsrail tarafı hem Türkiye tarafı. Biz Türkiye tarafında hukuk kısmında çalışıyorduk, küçük bir gruptuk. Danışmanlık yaptık. Türkiye olarak bir rapor hazırladık, İsrail tarafı da hazırladı. Hukuki kısmını hazırlayanlardan biriydim. O zaman dışişlerine çok yakın çalıştım. Sonra, iklim değişikliği konusunda 2009 yılından beri müzakereci ve danışman olarak gidiyorum. BİLGİ’de çalışmalarım devam ediyor. Bir de BİLGİ’de Deniz Hukuku Araştırma Merkezi’ni kurdum, asıl alanım Deniz Hukuku çünkü. Kısaca böyle.
Buradan BM’yle devam edelim ve sürecin perde arkasını sizden dinleyelim
Perde arkası epey uzun aslında. Çok enteresan. Adaylığım 2015 yılında Şubat ayında resmen ilan edildi, dışişleri tarafından. Adalet Bakanlığı’nın BM’de temsilcileri var, enteresan aslında, Adalet Bakanlığı’nın bu dış ilişkilerde önemli bir rolü var. Dışişleri olmasa mümkün değildi zaten. Bir sene bayağı emek isteyen bir süreç… Uluslararası Hukuk Komisyonu, uluslararası hukukçular için bir zirve diyebilirim. Birkaç sene önce benim aklımın ucundan geçmezdi açıkçası komisyona seçileceğim. Hayalim gerçekleşti. Dolayısıyla rekabet büyük ve o rekabet bir sene öncesinden başlıyor. Şöyle; bir taraftan Dışişleri, Dışişleri derken hem Ankara hem Newyork’taki daimi temsilci hem de büyükelçilikler, ülkelerden oy almak için lobi faaliyetleri yapması gerekiyor, ikincisi benim gidip kendimi tanıtmam gerekiyor, çünkü ne kadar olsa bazı adaylar içten gelen adaylar ben aslında dıştan gelen adaydım. 6. Komite var, hukuk komitesi pek çok aday orada çalışmış, tanınıyor benim o 6. komiteyle ilişkim yoktu, dolayısıyla ben dışarıdan gelmiş bir adaydım. Onu sonradan idrak ettim açıkçası. Bu yüzden bizim daha çok çalışmamız gerekti kendimizi tanıtmamız için. Bu bir senelik süreç içersinde değişik toplantılara katıldım, Hindistan’a gittim. BM’ye dört beş kez gittim. Her gittiğimde o zaman benim konum olan Deniz Hukuku için yeni bir sözleşme yapıldı, o müzakereye Türkiye adına katılıyordum. Aynı zamanda benim üyesi olduğum dünyanın en büyük -ama çoğu insan bilmez – IUCN (Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği) diye çok büyük bir çevre örgütü var. Onlar bu müzakerelerde çok aktifler. Onların çeşitli aktiviteleri var, bilimsel paneller. Ben o panellere de katılıyordum. BM’nin deniz çöpüyle ilgili paneli oldu. Sürekli paneller… En son 2,5 hafta gittim BM’ye. Biz iki panel düzenledik, ayrıca başka panellere katıldık. Sürekli aktivite halindeydim. 190 ülkeyle ikili görüşme yaptım. Orada daimi temsilcimiz var, bilhassa Zeynep Erşahin Aşık, genç bir diplomat kendisi. Mükemmel çalıştı. Dışişlerinin büyük rolü var, altını çizmek isterim. Toplantı ayarlanıyor, BM’nin lobisi var, “delegate lounge” var, oraya gidiyorsun bayrağını dikiyorsun, geliyorlar, adayı tanımak için sorular soruyorlar, ben cevaplandırıyorum. Sonuç olarak 193 ülke oy verecek, 51 aday var, bunları tanımaları gerekiyor. Onun için bu ikili görüşmeler yapılıyor. ilk resmi adaylığım ilan edildiğinde, ilk gittiğimde, oradaki daimi temsilcimiz, o zaman Halit Çevik’ti, biz bir kahvaltı verelim dedi. Kahvaltıya bütün daimi temsilciler geldiler. Sabah 8.00’de kim gelecek dedim, 40 kişi geldi. 1,5 saat soru sordular, o sorulara cevap verdim. Sürekli bir show, sürekli sınandım, gerçekten öyle. Çoğu insan bilmez, ben de bilmiyordum.
Müthiş de bir stres yönetimi olmalı
Artık o son seçime yaklaştık, seçim çünkü 3 aşamalı oldu. Ondan önceki 2,5 hafta oradaydım. Son hafta en yoğun hafta, her gece üç, dört, beş resepsiyon oluyordu. O kadar yorucuydu ki. O ara neredeyse ayakta duramıyordum. Yani bir gün daha olsaydı, o topuklularla ayakta duramazdım.
Sonra seçildiniz
Resmi bir toplantıyla açıklandı. Resmi bir toplantıyla genel kurul toplanıyor. Ben Türk heyetinden biriyle gittim. Aday isimleri okundu önce. Tabii adaylıklar bölge bölge. Türkiye için zor tarafı Batı Avrupa ve diğer ülkeler bölgesi grubunda olmamızdı. Benim rakiplerim, Fransa, İngiltere, Amerika, Avustralya, Almanya, İspanya, Portekiz, Finlandiya ve Avusturya’ydı, fakat 193 ülke oy verdi.
Siz tüm bu ülkeleri geride bırakıp seçilmeyi başardınız, ne mutluluk…
Şimdi artık alıştım seçilmiş olmaya, ama itiraf etmeliyim bu grubun içinde seçilmek çok zordu. Çok mutluyum evet… En son 1992’de Mehmet Güney, büyükelçi, seçilmişti.
Nerdeyse çeyrek asır sonra yeniden…
Bu sene 2017, 70. Yılı bu komisyonun. 5 senede bir seçim yapılıyor. Türkiye’den ilk seçilen Nihat Erim. Sonra Suat Bilge, Mehmet Güney ve ben.
Çok zor bir dönemde seçildiniz, sorumluluğunuz çok büyük, bu sizi endişelendiriyor mu?
Gerçekten zor bir dönem hakikaten. Yalnız şunu eklemek isterim, artık seçildikten sonra bağımsız sayılıyorum. Bu yüzden bir endişem yok, görevimin gereğini layığıyla yapacağım.
Sorumluluklarınız neler? Bu yeni görevinizde ne yapacaksınız?
Tabii ülkeniz sizi aday gösteriyor, fakat seçildikten sonra bağımsız uzman sayılıyorsunuz, Birleşmiş Milletler’e hizmet ediyorsunuz. Dolayısıyla ben artık Türkiye’yi temsil etmiyorum. BM’de temsilci olmak değil yani bu. Ama tabii ki ben Türkiye’nin temsilcisiyim bir anlamda. Ancak fonksiyonu “bağımsız uzman” olarak geçiyor. Gerçek bu, tabii ki kimse kendi ülkesinin aleyhinde çalışmaz. Tabii ülkesi de yanlış şeyler yapmazsa… Buradaki komisyonun görevi uluslararası hukuktaki boşlukları tespit etmek ve anlaşma gerekiyorsa anlaşma taslağı hazırlamak. Bazen de prensipler veya görüşler geliştiriliyor. Yani uluslararası hukukun geliştirilmesiyle yükümlü bu komisyon. Direkt BM için, zaten ülkeler yakın çalışıyor, değişik sözleşmelerin altyapısını hazırlamışlar tamamen uluslararası hukuku geliştirmekle sorumlu bir BM organı. Yani komisyon ve Uluslararası Adalet Mahkemesi hukuktan sorumlu Birleşmiş Milletlerin birimleri aslında.
Bir konuda kadınlar…
Evet. Bence de en önemli konu uluslararası alanda kadının durumu. Bu konu çok konuşuldu. Onun için 4 kadının aynı dönem için seçilmesi önemliydi. Bu bana fayda sağladı tabii ama ilk defa 4 kadın aday vardı, dördü de bizim bölgedeydi, 4 kadın aday ve dördü de Avrupa’dan, üçünü seçerler birini seçmezler o da ben olurum diyordum.
O kadar karamsar mıydınız?
Karamsarlık demeyelim ama realisttik. Çünkü “Avrupalılar varken Türkiye’ye oy verirler mi?” diyorduk.
Türkiye’ye bakış bu süreçte sizinle birlikte değişti demek ki, sizin kendinizi tanıtmanız, bakanlığın desteği, yapılan toplantılar… Türklere/Türkiye’ye bakışla ilgili gözleminiz neydi?
Enteresan. Çok şey öğrendim bu süreçte. Şu anda bizim komşu ülkelerle ilişkilerimiz optimal değil. Ama şunu öğrendim. Türkiye’nin meğer Afrika’yla acayip iyi ticaret ilişkileri var. Bi de küçük ada devletler, aklınıza gelemeyecek, Türkiye’nin bazı bilmediğimiz yaptığı şeyler… Bu küçük ada devletler, en az gelişmiş ülkeler destek verdi. Meğer Türkiye’nin bu tür ilişkileri çok iyiymiş. Ben bu ilişkilerden çok faydalandım . Onlara hitap eden bir kampanya yaptık. Benim çalışma alanım Deniz Hukuku ayrıca iklim değişikliği ve çevre olduğu için bayağı ilgi çekti. Çünkü şu an Afrika ve küçük ada devletler için çok büyük bir sorun bu. Dolayısıyla onlara hitap eden bir kampanya sunduk ve var olan iyi ilişkiler sağlamlaştı. Biz hep olumsuz tarafından bakıyorduk ama meğer Türkiye’nin bizim o kadar bilmediğimiz iyi tarafı varmış aslında. O süreçte kimse bir şey demedi, Avrupalılar da hep profesyonel yaklaştılar, “kimsin, ne yapıyorsun, akademik çalışmaların nedir?” hep ona baktılar. Hiçbir zaman önyargı hissetmedim. Gerçekten insanların bilmediği benim de yeni öğrendiğim inanılmaz bir seçim politikası var BM’de.
Politik ilişkiler nasıl etkiledi tercih süreçlerini?
Bu bir seçim, BM’de çok seçim var. İnsan Hakları Komisyonu, şu komisyon bu komisyon… Tabii en büyüğü Güvenlik Konseyi o en önemlisi. Bilmediğimiz bin tane şey var, n’apıyorlar? “Benim adayımı burada desteklersen ben de orada destek veririm.” Çok komplike bir seçim sistemi var aslında, bir sene sürmesinin nedeni bu. Geç girmek mümkün değil bir sene gerekiyor, aksi halde kazanmak çok zor, imkansız değil ama düşük bir ihtimal. Bir içten destekliler var, ben dıştan gelen biri olarak gördüm kendimi hep ama sonunda tanıdılar beni. O süreçte epey göründük, çalıştık sonunda hepsi tanıdı. En azından şunu diyebiliriz, çalıştık çok emek verdik ve sonuç aldık. Demek oluyormuş, olmuyor değil.
Rakipler kimlerdi?
Her bölgeden, bizim de dahil olduğumuz Batı Avrupa ülkesinden 8 üye, toplam 34 üye var. Toplam 10 adaydık. Seçilebilmek için çoğunluğu almak gerekiyor. Ve 70 yıldır 7 kadın girebildi sadece ve o 7’nin içinde ben de varım. Şu anda 4 kadın var ve ilk defa 4 kadın aynı anda seçildi. O kadar az kadın var ki, zaten herkes bunu konuşuyordu. Tabii burada çok matematik dönüyor. 8 yer var fakat o 8’den 5’i tekrar seçiliyor. 3’ü boş, bu sistemde tekrar seçilme olasılığı yüksek. Dolayısıyla biz o 3 yer için mücadele ediyorduk aslında. Fakat bazı ülkeler var ki hep varlar. Mesela Fransa, tekrar seçileceğini düşünüyordu ama seçilmedi. Büyük şok oldu. Avustralya’da seçilmedi. Ben galiba biraz dengeleri değiştirdim. Adaylar hep profesyonel kaldı. Rekabet vardı ama bu rekabet içinde kimse hoş olmayan şeyler yapmadı, herkes çok profesyoneldi.
Hocanız da adaydı, rakiptiniz, o nasıl karşıladı?
Amerika’nın adayı benim eski hocam Sean Murphy ile aynı oyu aldık. O da ben de 144 oy aldık. O çok sevindi. Adaylığım açıklandığı zaman beni davet etti, Cenevre’ye gittim ziyaret ettim. Çok destek oldu… Benim için onunla rakip olmak söz konusu olamaz yani ama aynı oyu aldık.
Neler hissettiniz?
Hayallerimi aştı bu, çok istediğim bir şeydi ama umuyorum ki Türkiye’de uluslararası hukuku güçlendirecek bu durum. Bunun ülkemize yönelik, geleceğe yönelik bir faydası olsun çok istiyorum, genç hukukçularımız için. Çünkü biz uluslararası alanda zayıfız. Hukuk alanında yetersiziz. Ben hep Yunanlılarla kıyaslıyorum, onlar çok daha faal, onlar BM’de daha çok yer alıyor. Bizim uluslararası kurumlara daha çok girmemiz lazım. Onun için küçük de olsa umarım böyle bir faydam olabilir. Yani uzun vade için konuşuyorum.
BİLGİ nasıl karşıladı?
Sağ olsun dekan Turgut Bey de uluslararası hukukçu olduğu için önemini anlıyordu, o da çok sevindi, çok destek oldu. Tüm bu gitme gelmelerime üniversite izin verdi, destek verdi. Tabii derslerimi ihmal etmedim ama öğrencilerime de teşekkür etmem lazım çünkü onlarla da ek ders yapmak zorunda kaldım hep. Biz yapı olarak biraz karamsar olduğumuz için bu haberle onlar da “ben de yapabilirim” dedi, bu da çok önemli bence. Gerçekten benim bu komisyona seçilmem “bir insan isterse yapar”ın kanıtı oldu. Ben öyle olağanüstü biri değilim sadece çok çalışkanım.