Her geçen gün yeni trendler gelişse de teknoloji kendi içinde trendler üreten bir araç haline geldi. Mütevelli Heyet Başkan Yardımcısı Dr. Ahmet Ecmel Ayral’a göre üniversite idea’sı ile üniversite kurumu arasında bir açıklık oluştu; 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren meslek üreten kuruluşlar haline geldi.
Yaşanan gelişmeler ve beceri / yetkinlik arasındaki çizgiler, günümüzde “üniversite” kavramının da değişmesine neden oldu. Dr. Ahmet Ecmel Ayral ile geçmişten günümüze gelen bu “kavram” farklılıklarını ve girişimcilik alanında sadece Türkiye’de değil dünyada da yankı uyandırması beklenen BİLGİ LITE Yüksek Lisans Programı’nı konuştuk.
Dünyada eğitimin geleceğini tayin edecek en önemli trendler sizce nelerdir?
Eğitim diye tarif ettiğimiz şeyin aslında içi değişiyor; üniversite diye tarif ettiğimiz kavramın da… Bizim bildiğimiz hali ve şekliyle “üniversite” kavramının devam edemeyeceğini düşünüyorum. Önümüzdeki 20-30 yıla baktığımız zaman üniversite kurumunun değişmesi gerekiyor. Üniversite idea’sı ile üniversite kurumu arasında bir açıklık oluştu. 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren meslek üreten kuruluşlar haline geldi. Özellikle içinde bulunduğumuz dönemde bu bir eksiklik. Çünkü eskiden, insanların okulu bitirdikten sonra yaptıkları iş bir istikrar içeriyordu hem meslek hem kurum itibariyle “kariyer planlaması” adında bir şey vardı örneğin. Şu anda bundan bahsedebilmek çok mümkün değil. Herhangi bir şirkete girip oradan emekli olmak hiç kimsenin aklına gelmiyor. Hatta herhangi bir iş alanına gelip o alanı hiç değiştirmeden emekli edilebilmek gibi bir imkan dahi gözükmüyor. İnsan hayatının ilk 20 senesinin okulda harcanıp, kalan ömrün işe vs. gidildiği ve sonra emekli olup ölündüğü bir dünyanın dışına çıktık şu an. Trendlere bakarsak burada pek çok faktör görüyoruz. Bence en önemli faktörlerden biri yaşam beklentisinin uzamış olması. 20.yy’a baktığımızda bundan 100 yıl önce dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olan İngiltere’de yaşam beklentisi 48 seneydi. Şu an ise yaşam beklentisi neredeyse iki katına çıkmış vaziyette. Bizim eğitim sistemimiz o 48 senelik yapıya göre oluşmuş durumda. Halbuki şu an ömür olarak da başka bir dünyadayız. Bir diğer faktör ise giderek ihtiyaç duyulan beceriler diye tarif ettiğimiz şeylerin ömrü kısaldı; insan ömrü uzadı fakat becerilerin ömrü kısaldı. Her şey o kadar hızlı gelişiyor ki sahip olduğumuz beceriler hızla geçersiz hale geliyor. Örneğin 10 parmak daktilo bilme becerisinin bir manası kalmadı artık. Giderek insanların “katma değer” olarak tabir ettiğimiz emek konuları, makineler tarafından yapılabilmeye başladı. Yani 20yy.’ın başında otomasyon kol gücüne ne yaptıysa şu anda da bilgi işlem sistemleri bizim zihin gücümüze aynı şeyi yapıyor ve kıymetsiz hale getiriyor. Üniversite diye tabir ettiğimiz şey, bunların kazanılması ile ilgiliydi oysa şimdi “belki bir alt yapı olarak iyi olur”dan ibaret hale geldi.
Peki sizce artık ne önem kazandı?
İnsanın katma değer üretebildiği taraf ve makine tarafından doldurulamayacak boşluk becerilerde değil “yetkinliklerde” ortaya çıkıyor. Yetkinlik diye tabir ettiğimiz şeyin becerinden farkı daha derinde olması. Örneğin benim okuma yazma bilmem bir beceri ama ne yazacağım benim yetkinliklerimle ilgili. 29 tane harfi hepimiz biliyoruz elbette; bu harfler ile Shakespeare başka bir şey yazıyor, Orhan Pamuk başka bir şey yazıyor. Becerilerimiz aynı: okuma yazma biliyoruz. Bu demek oluyor ki yetkinlik, bizi fark yaratmaya götüren temel unsur. Peki bunlar neler? Yeniden trendlere dönelim. Bu trendleri de aslında araştırmalar ile görebilmek mümkün. Dünya Ekonomik Forumu’nun yaptığı araştırmaları beğenerek okuyorum. Orada karşımıza eleştiren düşünce, objektif muhakeme, bilişsel esneklik çıkıyor. Kendimizi objektif değerlendirebilmemiz lazım. Birden fazla kendiyle çelişen fikri zihnimizde çarpıştırmamız ve hareket etmemiz lazım. Empati kurabilmeli ve her zaman sonuç odaklı olmalıyız. Baktığımızda bunların beceriler ile ilgisi yok fakat bunlar becerilerimizi nasıl kullandığımızı belirliyor. Herkes finans biliyor ama bunlardan bir tanesi iyi bir CFO oluyor. O iyi CFO aslında yetkinlikleri ile oluyor. Bu nedenle üniversite ya da eğitim diye tabir ettiğimiz sürecin tamamının hem kapsam hem süre hem de nerelere odaklandığı ile ilgili değişime uğradığını görüyoruz. Okul diye tabir ettiğimiz şey aslında bunların bütününü sağlayan bir platform; hem fiziki alanı hem sanal alanı hem beceriyi hem de ağırlıklı yetkinlikleri sağlayan bu platformun adına artık okul diyeceğiz.
Yeni dönemde, üniversiteler bu yetkinlikleri çoğaltmak için daha uygun durumlar mı geliştirmeli? Dediğiniz gibi üniversiteler artık çıkış noktasından çok daha başka yerlere geldi ve bir şekilde artık kendilerini evirmek durumda kaldılar…
Sadece üniversite de değil aslında, okul diye tabir ettiğimiz kavram değişiyor. Becerinin mutlak bir doğrusu vardır. Bir beceriyi kazanabilmeniz için doğru kişiden bunu almanız gerekir. Okul dediğimiz yerde bunu bilen birisi, bilmeyene öğretiyor; kavram bunun üstüne kurulu. Bilen biri var, bilmeyene anlatıyor. Sonrada anlamış mı diye bir ölçme değerlendirme yapıyor ve not veriyor. Eğer iyi not aldıysa bilmiş olarak mezun oluyor. Bu durum kendi içinde bir içsel tutarlılık sunuyor: “Ben biliyordum, benim bilgim de tescilli zaten. Sana anlattım, bakalım sen anlamış mısın?” Buradaki temel varsayım bu ölçme değerlendirmenin ve bu içsel tutarlılığın dışsal tutarlılığa da dönüştüğü… Yani okul dışında da bu “bilme” halinin bir kıymeti olduğu… Benim ölçümümün, okul dışında da bir mana ifade ettiği… Aslında öyle bir yere geldik ki okul içindeki bu ölçme değerlendirmenin, okul dışındaki hayatta da bir anlam ifade ettiğini nasıl bileceğiz? Esas bakmamız gereken konu bu. Orada da bir çelişki var. Okul, kendi ölçme ve değerlendirmesinin dışarıda da prestij görmesini beklemiş ve bu olmuş. Fakat şu an öyle bir duruma geldik ki, sahiden öyle midir emin değiliz. Okulun, mezunu ile bu ölçümü birkaç yerde görebilmesi mümkün. Ortada bir “profesyonel gelişim” vaadi var ise mezunların ne yaptığına bakıyor olmamız lazım. Mezunun okulu kaç puanla bitirdiğine değil, mezun olduktan sonra ne yaptığına bakmak lazım. Ne iş yaptığı ve o alanda nasıl bir performans sergilediği çok önemli. İnsanın “kendini gerçeklemesi” önemli. Yani kurduğu hayallere yönelik harekete edebilmiş mi, bu önemli. Başarı ve başarısızlık ayrı bir konu; önemli olan kendi özgür iradesi ile bir adım atabilmiş mi, başarılı olmuş mu ya da yenilip tekrar ayağa kalkabilmiş mi bütün bunları ölçmesi çok kolay değil. Ancak üniversite ya da bütün eğitim sürecinin bir manası varsa aslında bu tür vaatler sunabilmesi lazım. Benim sunduğum süreçten geçenlerin, geçmeyenlere nazaran daha avantajlı olduğunu vaat ediyorum.
BİLGİ’nin öğrencilere bu konudaki vaadi sadece belli bir bilgiyi aktarma değil; iş yapma becerisi, deneyim ve meziyetler kazandırmak üzerine kurulu. Bu konuda BİLGİ’yi nerede görüyorsunuz?
Aslında ilk günden beri okulun kapısında yazan şey okulu tarif ediyor: yaşam için öğrenmek. Biraz önce konuştuğumuz şeyin tam anlamı aslında. Ne kadar başarılı olduğumuz çok kolay bir cevap değil bir okulun böyle bir iddiaya kavuşması için 22 yıl çok az bir süre. Bunu birkaç kuşak sürdürebilmemiz lazım ki tam olduğunu ne olarak görebilelim. Ancak şunu söyleyebilmemiz mümkün; bizim burada öğrenciye sunduğumuz deneyimin, buna yönelik çabalarla oluştuğunu söyleyebiliriz. Biz, öğrencilerimizin çok yönlü olmasına gayret ediyoruz; seçmeli derslerin çokluğu, kulüplerin varlığı ve bolluğu… Buranın kurumsal iklimi bir özgürlük iklimi. Öğrenci ile okul yönetimi arasında bir hiyerarşi ilişkinin mümkün olduğu kadar olmamasını sağlamaya gayret ediyoruz. Bu hiyerarşi olmama halini, üniversite yapısının içinde sağlamaya çalışıyoruz. Aslında üniversite ideası sorgulayan düşünce ve hiyerarşi olmamasına dayalı iken üniversite kurumuna baktığımız zaman yıllar içinde bambaşka bir şeye dönüştüğünü görüyoruz. Bu durum, üniversite ideasını giderek üniversite kurumundan uzaklaştırıyor. Bundan uzak durmanın yöntemi, yola çıkış noktanızı hatırlamaktan geçiyor. Okulun kapısında bu yazının yazıyor olması bize bunu her sabah hatırlatıyor. Ne kadar yapabiliyoruz, elimizden geldiğince. Çünkü bu durum başka birçok faktöre de bağlı. En azından BİLGİ’de, BİLGİ öğrencisinin aklına gelen şeyi okul yönetimine kabul ettirmeye yönelik bir şansı, bir iddiası olabileceğini okula girdiği andan itibaren bildiğine eminim. Bu çok önemli bir şey. Bunun hayata geçmesinde okulun, öğrencinin yanında durması ve değişikliğe açık olması bence çok önemli. Bu açıklık birçok anlamda kendini gösteriyor. Yeni hocalar, yeni değişimler derken hep bir dönüşüm içerisindeyiz.
Jenerasyonları ve değişimleri çok iyi takip eden birisiniz. Geçmişten bugüne bakacak olursak, öğrencilerin beklentileri bazında ne gibi değişimler yaşandı sizce?
Biraz önce bahsettiğimiz sorgulama, keşfetme, yeninin peşinde koşma ve bunun gibi pek çok şey aslında bizim “yetkinlik” olarak sunmamız gereken şeyler. Fakat baktığımız zaman, öğrencilerin çoktan seçmeli sistemin içinde doğruyu bulmalarını beklememiz gibi bir durum yok maalesef. Hayatta kimse bize 5 seçenekten doğruyu bul diye gelmiyor; biz kendi doğrumuzu hatta o an için uygun olanı kendimiz bulmak zorundayız. Böyle gelen bir kitleyi, dışarı çıkarken başka bir zihinde çıkarabilmek çok güç bir iş. Gelen öğrenci de bu ihtiyacının çok kritik olduğunun farkında değil. İhtiyaçları ikiye ayırabiliriz; uyuyan ihtiyaçlar ve uyanık ihtiyaçlar. Uyanık ihtiyaçları zaten bilirsiniz ancak uyuyan ihtiyaçlar bilmediğiniz ihtiyaçlardır. Onlara erişebilmeniz için birinin sizi uyandırabilmesi lazım. Bu uyandırma işlemi okulda dersler ile yapılabilinir; okul deneyiminin tamamında da bu uyandırma işlemini yapabiliyor olmamız lazım. Bu çarpılmayı yapmak bizim işimiz. Beklentiden ziyade sunduğumuz şey diyebiliriz. Öğrencilerin dünyaya açılma alışkanlıkları var sanal veya real. Kendisinden farklı görüşlere ve dünyada neler olup bittiğine açıklar. Dünya vatandaşı olmayı istiyorlar ve bekliyorlar. Ve fakat bununla çelişebilecek başka bir şey var; sosyal medya. Sosyal medyanda bir tek sana benzerler ile birliktesin. Bu durum açılmaktan ziyade kapanmayı gerektiriyor. Grup içinde edinilen fikirlere daha da çok sahip çıkma fikri ediliniyor. Önümüzdeki dönemde gençlerin, hayatlarının bütününde ne coğrafi bazda ne mesleki açıdan bir aynılık olmayacak zaman içinde. Yaşanacak bu değişikliklere hazır olmaları lazım. Bu da çoğunlukla uyuyan bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor. Dersin bir yük olmadığını anlamaları lazım. Senin yükün ders değil, sen dersin üzerinde yüksün işte böyle bir şeye döndürebilmemiz lazım. Dile gelmeyen beklenti bence böyle bir beklenti. Beklenti nedir diye sorduğunuzda aslında soru cevabı belirliyor. Kampüs güzel olsun, yemekler güzel olsun, servis olsun vb. gibi şeyler hijyen faktörüdür. Bunlar zaten olması gereken şeyler, beklenti olamaz. Her zaman yapmaya gayret ettiğimiz şey şu, herhangi bir metnimiz ya da mesajımız varsa o mesajın içerisinde BİLGİ markasını çıkarıp x markayı koyduğumuzda hala mana ifade ediyorsa o zaman yanlış bir metnimiz vardır ve yanlış bir iş yapıyoruzdur. Oraya bir klişe yazmışızdır, o klişenin üstüne hangi etiketi yapıştırırsan o gider. O zaman bu bizi temsil etmez. Bizi temsil eden şey, bize özgü olan şeydir. Gayet tabi işin tanımlı olan kısmı dersleri iyi yapmamız gerekir, insanların o konuyu çok iyi öğrenmesini sağlamamız lazım ancak bu zaten yapmamız gereken bir şey, bir hijyen faktörü. Baktığınızda çok güzel bir kampüsümüz var bence dünyanın en güzel kampüslerinden biri ancak bu bir hijyen faktörü, zaten iyi olmamız lazım. Bu belki 10 sene önce bizi ayrıştırıyor olabilirdi ancak artık ayrıştırmıyor. Bunlar bizim şu anda sunmak zorunda olduğumuz şeyler. Eğer ben bu 100 dönüm arsanın içinde çimenlere basmayın diyorsam bu zaten bu kampüsü kıymetsiz kılar; o çimenlerin üzerinde yuvarlanmak önemli. İşte bu zaman bir fark yaratabiliyoruz.
BİLGİ dünyadaki ve toplumdaki gelişmelere hiçbir zaman kayıtsız kalmadı. Her gün yeni girişimcilik ve inovasyon haberleri okuyoruz. Bu yıl bu alanda bazı adımlar atıldı ve BİLGİ LITE yüksek lisans programı kuruldu. Biraz bahsetmek ister misiniz?
Dünyanın nereye döndüğüne baktığımızda yine en başta söylediğime bir atıfta bulunmakta fayda var. Dünya, insanların üniversiteyi bitirip bir işe girip giderek artan gelir düzeyi bekledikleri bir dünya. Üniversite de insanları buna hazırlıyor. Şimdi giderek bu durum katma değersiz hale geliyor. Peki iş dünyasına bakalım… İş dünyası ne arıyor, ülkeler ne arıyor diye baktığımızda bazı temel yetkinlikleri arıyoruz. Bunlardan bir tanesi girişimcilik. Girişimcilik, bir iş üretmek ve o işten para kazanmak ile sınırlı değil. Bu bir bakış açısı, düşünce şekli. Mevcut durumu değerlendirmek ve neticesinde neyi hedefliyorsan oraya yönelik adım atabilme ve sonuç alabilme becerisi. Yüksek lisans programlarına baktığımız zaman çoğunlukla şunu görüyoruz. Bu tarz programlar genelde başkalarının yaptığı şeyi gözlemleyip bunları derslere bölüp, öğrencilere bu yapılan şeyleri soyutlamalarını ve kendi tezlerini üretmelerini bekler. Bu kıymetli bir şeydir fakat akademik bir bakış açısıdır, sizi bir şeyi yapmaya yönlendirmez değerlendirme sağlar. Fakat bizim ihtiyacımız olan şey bu insanların yaptıklarını görüp senin onlardan daha fazlasını ve daha iyisini yapabilme becerini ve yetkinliğini kazanabilmendir. Biz bununla yola çıktık. Ortaya çıkardığımız şey ayrı bir yüksek lisans programları alanının birincisidir. Bu programın içinde teknolojiden de önce insan yetkinliklerine ve bakış açısına yönelik gelişim imkanları var. Ben kendimi, dünyayı ve işimi nasıl değerlendirebilirim, hedefim nedir örneğin… Bireysel olarak ve grup halinde birbirimizi tamamlayan yetkinliklerimiz var yani işin davranışsal ve etik tarafları var programın içinde bu da dünyada çok rastlanan bir şey değil. Bir diğeri sahiden projeler var kurumlar ile gerçekleştirdiğimiz… Proje ve dersler aynı şeyler. Giderek öğrenen / öğretenden ziyade birlikte öğrenen bir yapı var içinde. Bu nedenle bunu Atölye İstanbul ile birlikte gerçekleştiriyoruz. Kendilerini bir inovasyon çekirdeği, merkezi olarak tanımlıyorlar. Bizim öğrencilerimiz o ağın içine dahil olarak gelişecekler. Uluslararası iş birliklerimiz de var. Türkiye’de yapılmayan bir işe başlıyoruz. Dünyada da ses getireceğini düşünüyorum. Başlangıçta kısıtlı bir kontenjan ile gidiyoruz çünkü ölçeklendirilmesi kolay bir şey değil bu. İnsanlara tek tek dokunabilmemiz, mentorluk yapabilmemiz lazım. Bu nedenle kısıtlı bir kapasite ile başlıyoruz sonra bunu büyütüp, yaygın bir hale getireceğiz.
Adı neden BİLGİ LITE?
Lite aslında bizim kullanımımızda hafif anlamına gelmiyor, ışık anlamına geliyor. Burada biz, insanların kendi ışığını üretmesini istiyoruz. Işık tüketmesini değil ışık üretmesini istiyoruz. Herkesin kendi içindeki ışığını bulmasını istiyoruz; herkesin zihnindeki ışığı görüp onunla aydınlandığı yolda yürümesini ve başkalarını da oraya çekmesini istiyoruz. Bu nedenle programın adı BİLGİ LITE.