Burak Çevik 1993’te dünyaya geldi. Şişli Terakki Lisesi’nde okurken çekmeye başladığı kısa filmler birçok festivalde gösterildi ve ödüller kazandı. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Sinema Bölümü’nden mezun oldu.
Üniversitede başlayan film gösterme deneyimlerini Fol Sinema adlı film platformuna dönüştüren Çevik, 2016 yılında !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin “Başka Haller” bölümünün, 2017 yılında ise İstanbul Film Festivali’nin “Işığın Peşinde” bölümünün küratörlüğünü yaptı. İlk uzun metraj filmi “Tuzdan Kaide” (2018), dünya galasını Berlin Film Festivali’nde yaptı ve festivalin Forum bölümünde yarıştı. Yenilikçi sinema diliyle büyük övgüler toplayan Çevik, ikinci filmi “Aidiyet” ile bir kez daha Berlin Film Festivali’nin Forum bölümüne kabul edilerek önemli bir başarıya imza attı. Aynı zamanda İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yarı zamanla öğretim görevlisi olarak ders veren Burak Çevik ile kariyeri üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
1- Son zamanlarda adından sıkça söz ettiren bir yönetmensiniz. Röportajımıza yönetmen kimliğiniz ile başlamak isteriz. Yönetmenlik fikri hayatınızda nasıl gelişti?
Yönetmenlik fikrinin en temelinde küçüklüğümden beri bolca film izlemek var. Bir anlamda, film izleyerek film yapmayı öğrendiğimi düşünüyorum. Sinemanın zanaat kısmı var ve bu öğretilebilir. Ancak sinemanın bir de sanat kısmı var ki, bu da sanırım oldukça uzun zamana yayılan bir el yordamıyla arama ve beraberinde gelen tecrübe ile gelişiyor. İzlediğim filmlerin etkisiyle, küçük yaştan itibaren yönetmenlik fikri kafamın bir kenarında dolaşıyordu. Lisede yaptığım kısa filmler sonrasında da iyice emin oldum. Şimdiden geriye bakınca, benim için erken verilmiş bir karar olduğunu görebiliyorum.
2) Geçen yıl ilk uzun filminiz Tuzdan Kaide ile festivalde yarıştınız. Tuzdan kaide nasıl bir süreçti, proje nasıl gelişti?
2013 yılında bir not tutmuştum. Tsai Ming Liang’ın senaryo yazma pratiğinden esinlenerek 6-7 satırlık düz yazı gibi bir şeydi. Orada “bir kadın bunu yapıyor, şunu yapıyor vs” gibi imajlar vardı. Kendi kendime, yazdığım imajları çekmek istiyorum dedim. Ancak ben bunun için bir giriş-gelişme-sonuç çekmek ve klasik hikâye anlatımına girmek istemiyordum. Çünkü bu anlatı biçimi bana öğrenilmiş ve formüle dayalı geliyordu. Beni asıl ilgilendiren mesele, sinemanın kendisiydi ve sinema üzerine düşünürken tüm karakterler ve imgeler ortaya çıktı. Sinemanın temelinde var olan “zamanda kilitlenme” üzerine düşündüm. Bergson; “18 kare (şimdi 24 kare) sabit ama biz bunu akıcı şekilde görüyoruz.” diyor. Arka arkaya koyduğumuzda bir illüzyon yaratıyor sonuçta. Ve en temelinde göz aldatmacasına dayanan bir mecra, nasıl iyilik doğurabilir ki? diye sorup sinema kötücüldür durumuna gelmesi, hayatında sinemanın yeri büyük olan benim için çarpıcıydı. Filmde geçen “Lut Kavmi” hikayesi de zamanda sabitlenme hikayesi. Orada geçen ‘tuzdan bir heykele dönüşen kadın’ imgesi de filme adını veren durumlardan bir tanesi. Negatif fotoğraf sekansının çıkış noktası da Sarkis’in İstanbul Bienali’nde sergilediği çalışmasından esinlenmeydi. Fransa’da ki ‘68 Ayaklanması’ndan çektiği görüntüleri negatiften sergilemişti. Bunu da “Süreç devam ediyor ve ben bunu basarak sabitleyemem.” demişti. 30-35 sayfalık kısa bir senaryo ortaya çıkınca, işe koyulduk. Normalde film yapım pratiği belli aşamalardan oluşur; filmin senaryosu yazılır, senaryo bazı aşamalardan geçer, ardından ön hazırlık olur ve çekime girilir. Çekimden sonra kurgu aşaması başlar. Aslında çok belirli aşamalardan bahsediyoruz burada. En sonunda da yayımlanma aşamasına geçer. Her bir aşamada geriye dönük bir hamle yapamazsın ama Tuzdan Kaide böyle değildi. Çekime girdik, altı ay durduk sonra bir daha çekime girdik, tekrar altı ay durduk sonra bir daha çekime girdik. Bu aralarda da kurgu yapmaya devam ediyordum ve kurgu yaparken de filmin neye ihtiyacı olduğunu anlayarak, senaryoya da eklemeler yaparak ve hatta bazen mekânlar buldukça da o mekânların da ilhamıyla yeni sahneler yazarak bir sonraki çekime bu sahneleri koyabiliyorduk ve bir sonraki çekimde bu sahneleri çekebiliyorduk. Bu da aslında el yordamıyla filmin neye ihtiyacı olduğunu da anlamamızı sağlıyordu. Bu anlamda filmin yapım pratiğinin filmin sonucuna etkisine inanıyorum. Tuzdan Kaide de böyle bir yapım pratiğinden geçtiği için bu süreçte aslında ana akım sinemanın belki de oynayamadığı çeşitli alanlarda daha rahat oynayabildiğimizi düşünüyorum. Mesela diyalogların kurulumu, oyunculuklar, oyunculuk tavrı, sinematografi, filmdeki çeşitli temsil ögeleri, bunlar filmi ana akım sinemadan ayıran tavırda kuruldu diyebilirim.
3- BİLGİ’li + yarı zamanlı öğretim görevlisisiniz. Öğretim görevlisi olarak devam etmeye nasıl karar verdiniz?
Lisanstan mezun olmaya çalışırken bir yandan da Tuzdan Kaide’yi yapmaya çalışıyordum. Bu yorucu sürecin yakın gözlemcisi başta Feride Çiçekoğlu olmak üzere diğer hocalarımdı. Filmin bitmesine yakın bir dönem, öğretim görevlisi bir arkadaşımın derslerine devam edememesinden dolayı bir boşluk oluştu ve bir iki haftalığına bu derslere girip giremeyeceğimi sordular. Tedirginlikle kabul ettim. Bu iki haftalık süreç, kısa sürede bir döneme yayıldı. Öğrencilerle iyi bir diyalog yakalamıştım çünkü neredeyse aynı jenerasyonun parçasıydık. Aynı gemideyiz hissiyle, film yaparken el yordamıyla öğrendiğim şeyleri aktarmaya çalışıyordum. Ders bittiğinde, bir sonraki döneminde kendi hazırlayacağım bir dersi vermek isteyip istemeyeceğim soruldu ve böylelikle öğretim görevlisi olarak devam etmeye başladım.
4- BİLGİ’li olmanın kariyer yaşantınıza ne gibi katkıları oldu?
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin bana ve kariyerime kattığı en önemli şeyin birbirinden değerli hocalarımla sinema hakkında fikir alışverişinde bulunmak olduğunu düşünüyorum. Feride Çiçekoğlu ile sinema, senaryo yapısı, sinemada zaman ve mekan ekseninde yaptığımız konuşmalar, Tuzdan Kaide’nin ve Aidiyet’in kurgusunu doğrudan etkilemiştir.
5- 2019 yılında gösterime girecek olan Aidiyet ile devam edelim. Projenizden bahseder misiniz?
2003 yılının Kasım ayında İstanbul’un banliyö mahallerinin birinde 55 yaşında bir kadın evine giren bir yabancı tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Olayı soruşturan polisler, elde ettikleri kanıtlar neticesinde maktulün kızını ve kızının sevgilini cinayetten sorumlu tuttu. Mahkeme sonlandığında mahkeme heyeti ikisini de müebbet hapis cezasına çarptırdı.
Aidiyet, 15 yıl sonra bu kriminal vakanın mekânlarını takip ederek cinayeti işleyen zanlının polis karakolunda verdiği ifade eşliğinde topoğrafik bir gözlem yapıyor ve ardından çiftin ilk tanıştığı geceye odaklanıyor. Aidiyet’in, mekanların belleğinde dolanan aynı zamanda da sinemanın türleri arasında geçişler yapan bir film olduğunu düşünüyorum. Kişisel bir trajedi hikayesinden ya da en basitinden bir üçüncü sayfa cinayet haberinin izinde giden ve kimseyi yargılamayan topoğrafik bir film.
6- Film ne zaman gösterime girecek?
Aidiyet öncelikle festivallerde gösterilecek. Dünya prömiyerini geçtiğimiz Şubat ayında Berlin Film Festivali’nde gerçekleştirdik. Nisan ayının başında ABD prömiyerini New York’ta Lincoln Center ve Moma’nın birlikte gerçekleştirdiği New Directors/New Films’te gerçekleştireceğiz. Festival sürecinin 2019’a yayılarak farklı ülkelerde ilerleyeceğini umuyoruz. 2019’un sonlarına doğru ise Türkiye’de vizyona gireceğiz.
7- Bundan sonraki plan ve projeleriniz nelerdir?
Bir süre dinlenmek istiyorum. İki yıl üst üste film yapmak kolay bir süreç değildi. Yazdığım, aklımın kenarında düşündüğüm, tekrar geri döndüğüm bir sürü ufak hikayeler var ancak şu an ne yapacağımdan çok emin değilim. Bir yönetmen olduğum kadar da yapımcıyım. 2019’da Melik Kuru ve Belkıs Bayrak’ın kısa filmlerinin yapımcılarından biri olarak görev alacağım. Dilşad Aladağ ve Eda Aslan’ın SALT Araştırma Fonu alan ‘Unutma Bahçesi’ adlı araştırma ve sergilerinin bir yan projesi olarak gerçekleştirilecek kısa belgeselin de yapım ekibindeyim. Beni en çok heyecanlandıran ise Selman Nacar’ın yönetmenliğini gerçekleştireceği ilk uzun metrajlı filmi Aralık üstünde çalışmaya devam ediyor oluşumuz. Aralık, gelişmeye devam ediyor ve yakında çekeceğimizi umuyoruz.