Karahasan: “İletişim, bir yetenek değil, öğrenilebilen bir beceri”
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Bölümü öğretim üyelerinden Fatoş Karahasan’ın yeni kitabı “Akla ve Kalbe Giden İletişim Yolları” çıktı.
Karahasan, BİLGİ İletişim Fakültesi’nde Bütünleşik Pazarlama İletişimi, Dijital Pazarlama, İletişim Becerileri, Reklamda Güncel Konular isimli dersleri veriyor. Aynı zamanda Cnnturk.com, Tempo ve Capital dergilerinde köşe yazarlığı yapıyor. Tüm bu çalışmaların yanı sıra yazarlıktan da vazgeçmeyen Karahasan’ın yüzlerce makalesi, Fransızca’dan Türkçe’ye çevirdiği “Reklamcılık ve Siyasal Pazarlama”, kendi yazdığı “Vasat Reklamdan Nasıl Kurtulunur?” ve “Taşlar Yerinden Oynarken: Dijital Pazarlamanın Kuralları” adlı kitapları var. |
Karahasan’ın üçüncü kitabı “Akla ve Kalbe Giden İletişim Yolları” da geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. Alır almaz da iletişim meraklıları tarafından yoğun bir ilgiyle karşılandı. Çünkü kitapta, iletişimin bir yetenek değil, öğrenilebilen bir beceri olduğundan bahsediliyor. Sözel iletişim ve beden dilinin öğelerinden yola çıkıp, doğru etkileşim için yapılması gerekenler anlatılıyor. En büyük vurgu ise duygulara yapılıyor. Duygusal açıdan açık olan, karşısındakinin duygularına saygı gösteren ve en önemlisi insanların kalbine dokunan iletişim tarzının başarılı olacağının altını çiziyor.
Karahasan, kitabı yazma nedenini “Bu kitap, işinde veya özel yaşamındaki iletişim sorunlarını aşmak, kendini ve diğer insanları daha iyi anlamak ve dünyaya sesini güçlü bir biçimde duyurmak isteyenler için yazıldı” diyerek açıklıyor.
Kitabınızın hazırlık sürecinden bahsedebilir misiniz biraz?
Tüm hayatım öğrenerek ve öğrendiklerimi çevremle paylaşarak geçti. Yıllarca Türkiye’nin önde gelen reklam ajanslarında üst düzey yöneticilik yaptım. İstanbul Bilgi Üniversitesi’ndeki derslerin yanısıra, pek çok özel sektör kuruluşunun çalışanlarına iletişim, pazarlama, marka yönetimi ve inovasyon konularında eğitim veriyorum. Konferanslar düzenliyorum, konuşmalar yapıyorum ve paneller yönetiyorum. Bu deneyimlerin ışığında rahatlıkla söyleyebilirim ki, insanların büyük bir bölümü hem kendini ifade ederken zorlanıyor hem de karşı tarafın dediklerini eksik ya da yanlış yorumlama eğiliminde oluyor. Yöneticilik yıllarımda, ajanstaki arkadaşlarım için eğitim programları düzenlemiştim. Sunuş becerileri ve
iletişim konusundaki eğitimler çok yararlı olmuştu. Yöneticiliği bıraktıktan sonra, bazı kurumlardan talepler geldi. Ben de bu doğrultuda eğitimler hazırlamaya devam ettim.
Eğitim vermek için sürekli okumak ve gündemi izlemek gerekiyor. Bu yüzden, Psikoloj ve Sosyoloji alanındaki bilimsel yazı ve kitapların yanısıra, “Kişisel Gelişim, İletişim, Kriz Yönetimi, Stres Yönetimi” benzeri başlıklarda da çıkan yayınları düzenli olarak okuyorum. Evimde ve bilgisayarımda sürekli olarak bilgi depoluyorum.
Kitaba gelince, üç yıl önce sunuş teknikleri üzerine bir kitap yazmanın yararlı olacağı düşüncesiyle yola çıktım.Türkçe’de bu alanda kapsamlı yayın yok denecek kadar az. Yazmak için okudukça ve yazdıklarımı okudukça yeni başlıklar oluştu. Psikoloji üzerine daha çok eğildim. Malum, teknik tek başına yeterli olmuyor. Sorunların gerisindeki ruh halini anlamak gerek. Bu yüzden, kitap yazım aşamasında evrim geçirdi ve geniş kapsamlı bir rehbere dönüştü.
“Kitap sizi dönüştürüyor, geliştiriyor”
Birçok araştırmadan yararlanarak hazırlamışsınız kitabınızı. Bir yanda köşe yazarlığınız diğer yanda öğretim üyeliğiniz… Yoğunluk içerisinde kitap yazmaya nasıl zaman ayırabildiniz?
Yazmayı seviyorum. Kitap yazmayı daha da çok seviyorum. Çünkü, kitap beni disipline ediyor ve sınırlarımı zorluyor. Aslında, her kitabı ve her yazıyı önce kendim için yazıyorum. Okuduklarım, anladıklarım, düşüncelerim ve duygularım yazıya dönüştüğünde bana yabancılaşıyorlar. Onlara uzaktan bakma fırsatı buluyorum. Aynı paragrafı onlarca kez okuyup, düzelttiğim oluyor. TV karşında, uçak yolculuklarında bile bilgisayar ekranım açıktır. Yazı hep karşımda durur. Bazen seyahatler ve işler artınca, kitaptan koptuğum dönemler oluyor. Yabancılaşma da işe yarıyor. Yazdıklarıma yeni bir gözle bakma fırsatı veriyor. Özetle, kitaba vakit buluyorum. Hatta, bu süreci seviyorum. Kitap yazmak bir alışkanlığa dönüşüyor zamanla. Her yazdığınız kitap sizi dönüştürüyor, geliştiriyor. Kitap bittiğinde siz de değişmiş oluyorsunuz.
Kitabınızda iletişimin yetenek değil, öğrenilebilen bir beceri olduğundan bahsetmişsiniz. Herkes bu beceriyi kazanabilir mi? Bu beceriyi kazanmak nasıl bir süreci gerektirir?
İletişim emek gerektiriyor. Öncelikle iyi bir iletişimci olmanın hayatı kolaylaştırdığını ve güzelleştirdiğini hissetmeniz gerekiyor. Yanlış anlamalar, kırgınlıklar, kişisel çatışmalar olmadan yaşamanın tek yolu kendinize bakmaktan geçiyor. Dinlemeyi öğrenmek zor bir şey değil ki! Susmayı öğrenmek daha zor geliyor. Herkes birbirini etkilemeye, kendini anlatmaya, diğerini ise yönlendirmeye ve yönetmeye çalışyor adeta. Sosyal mecraya ve selfie çılgınlığına bakın. Hepimiz en önemli varlığın sadece kendimiz olduğunu düşünüyoruz bir yandan. Öte yandan da
son derece kırılganız. Başkalarının onayı olmadan yaşayamıyoruz. Oysa, önce iç sesimizi dinlememiz, kendimize annelik yapmamız gerek. Kendimize onayı kendimiz vermeliyiz. Ancak böylelikle sakinleşebiliriz. Karşımızdakileri dinlemeyi istemezsek, nasıl iletişim kurabiliriz ki?
İletişimin formülü çok basit: “Dinle, anlamaya çalış, anladığını dile getir, doğru anlamışsan konuşmaya devam et.” Oysa biz, “Ben sandım ki… Ben düşündüm ki…” kalıplarıyla yola devam ediyoruz. Söylenmeyenlere bakarak karar veriyoruz. Kafamızdakileri karşı tarafa yansıtıyoruz. Bir anlamda, içimizdekileri dışa vuruyoruz. Bu yüzden, sağlıklı bir iletişim kurmak isteyen herkesi önce derin bir nefes almaya, kulaklarını açmaya ve kendi sesini dinleyerek konuşmaya davet ediyorum.
Duyguların önemini vurgulayarak, karşısındaki kişilerin duygularına saygı gösteren iletişim tarzının başarılı olacağını söylüyorsunuz. Genel olarak ne derecede bunu gerçekleştirebiliyoruz?
İnsanlar düşünebilen ve çıkarsamalar yapabilen gelişmiş bir canlı türünün temsilcisi olmalarına rağmen, diğer canlılar gibi duyuları ve sezgileriyle hareket ederler. Üstelik, çoğu kez bu gerçeği göz ardı ederek, hareketlerini akıl ve mantıkla açıklamaya çalışır ve hayatı daha da karmaşık bir hale getirirler. İletişim sürecinin gerçek doğasını anlamak ve sorunları aşabilmek için, öncelikle insanların anlaşılması zor, değişken ve özel varlıklar olduğunu kabul etmek gerekir.
İletişimde mesajları doğru iletmek ne kadar önemliyse, karşıdan gelen sinyalleri doğru okumak da o denli önemli. Dinlemek, anlamayı kolaylaştırır. Yollayacağınız mesajların, karşınızdaki kişiler tarafından süzülerek işitileceğini asla aklınızdan çıkarmamalısınız. Eğer, etkin bir konuşmacı olmak istiyorsanız, dinlemeyi bilmeniz, ne söyleyeceğinize odaklanmanız ve konuşurken nasıl algılanacağınızı düşünmeniz gerekir.
Değişime kendimizi değiştirmekle başlamamız gerektiğini belirtiyorsunuz. Bu konuyu biraz daha açarak anlatabilir misiniz?
Bebeklikten itibaren yüz ifademiz, bakışlarımız, el kol hareketlerimiz ve bedenimizin duruş biçimiyle duygu ve düşüncelerimizi yansıtmayı öğreniriz. Ancak, büyüdükçe sözcükler ön plana çıkar. Kendimizi konuşarak anlatabildiğimiz inancına kapılırız. Oysa iletişim bir bütündür. Bilinçaltımız sadece duyduklarına değil, gördüklerine bakarak da sonuçlar çıkarır. İletişim, sadece sözcüklere ait bir alan değildir. Duygu ve düşünceler sözel olmayan biçimlerde de ifade edilir. Ne söylediğimiz kadar, bunu nasıl söylediğimiz de önemlidir.
Kendimizi anlamak ve daha doğru ifade etmek için hayatımızın tüm unsurlarını bir bütün olarak görmeliyiz. Her şeyi akıl, mantık ve bilinçle anlamaya ve anlatmaya çalışmak yaşadıklarımızı tek bir boyuta indirger. İç sesimizi cılızlaştırır. Yanlış kararlar vermemize neden olur. Tek yanlı yaklaşım, sezgilerimizi ihmal etmemize ve yanlış kararlar almamıza neden olur.
Başarılı iletişim kurabilmek için akıl ve mantığın yanına duygularımızı koymayı ve beş duyumuzdan gelen sinyallere açık olmayı öğrenmemiz gerekir. Duyularımıza kulak verdikçe, hayat bize yeni pencereler açarak gerçek potansiyelimize yakınlaşmamıza izin verecektir.