Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin internet sansürüne karşı mücadelesiyle tanıdığımız efsane hocası Prof. Dr. Yaman Akdeniz’le basın ve ifade özgürlüğü üzerine konuştuk. Youtube ve Twitter’ın açılmasını borçlu olduğumuz Yaman Akdeniz’in çabaları bu yıl Colombia Üniversitesi tarafından ödüllendirildi. Ayrıca Temmuz ayında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2016 Basın ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü de aldı.
Hukukçu bir aileden gelen Prof. Dr. Yaman Akdeniz, Türkiye’ye döndükten sonra özel sektörde çalışmak istememiş, hatta 2011 yılında Google’dan gelen teklifi de reddetmiş. Şimdi Google’ın hükümete yakın politikalarını gördükçe verdiği karardan dolayı içinin rahat olduğunun altını çiziyor. Eğitimcilik yaparken çok yönlü çalışabildiğine menun olduğunu belirten Prof. Akdeniz, makale ve kitap yazmaya, kitaplarda bölümler yazmaya devam ediyor. Ailesinin hayatındaki önemine her fırsatta değinirken, 2,5 yaşındaki kızından bahsederken gözlerinin içi gülüyor.
Youtube ve Twitter’ın açılmasını borçlu olduğumuz Yaman Akdeniz’in çabaları bu yıl Colombia Üniversitesi tarafından ödüllendirildi. Ayrıca Temmuz ayında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2016 Basın ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü de alan Akdeniz, AİHM davaları ve dava süreçlerinde yaşananları anlattı.
Yaman Bey, bilgisayar suçları macerası nasıl başladı?
Ben 1986’da Kadıköy Anadolu Lisesi’nden mezun olduktan sonra bir maceraya atıldım ve 1987’de hukuk okumaya İtalya’ya gittim. 6 sene orada kaldım. Çok da başarılı bir öğrenci değildim o zaman, çünkü İtalyanca, Latince okuyorsunuz, çok zordu. 1993’te Erasmus projesiyle İngiltere’ye Leeds Üniversitesi’ne gittim bir yıllığına. Orada çok başarılı bir yıl geçirdim, İngilizce hukuk bana daha kolay geldi. Tecrübeli bir öğrenciydim, diğerlerinden altı yaş daha büyüktüm. İngiltere’de transfer oldum, kabul ettiler ve bir sene sonra bitirdim. Bitirirken de bilgisayar suçlarıyla ilgili bir “computer crime” tezi yazdım. O zaman sene ’94, internet çok yeniydi, ama bana çok enteresan gelmişti. ’95’te de Amerika’da özellikle “çocukların internetin pornografik yayınlarından korunmaları gerekir” tartışmasıyla beraber ben de yüksek lisans tezimi “ifade özgürlüğü ve internet” alanında 95’te yazdım. O tarihten beri de bu alanda çalışıyorum. Yüksek lisans, bitince doktoramı da internet yönetişimi alanında yaptım ve ağırlıklı olarak ifade özgürlüğü üzerine çalıştım. 2001’de doktoram bitince Leeds Üniversitesi’nde yardımcı doçent oldum, 2007’de doçent yaptılar beni ya orada kalacaktım ya da dönecektim, ben 2009’da dönmeye karar verdim.
Siz aslen bir akademisyensiniz, aktivist tarafınız Türkiye’deki engellemelerin bir sonucu olarak mı doğdu?
Ben İngiltere’de standart bir akademisyenlik yapmadım, hep bir aktivist tarafım vardı zaten. 1997 yılında “cyber-rights.org” adlı siteyi ve sivil toplum örgütünü kurdum ve başkanlığını yaptım. Dolayısıyla İngiliz Parlementosu’na uzman olarak çağırdılar, defalarca House of Commens, House of Lords’da konuşmalar yaptım. O zamanlar doktora öğrencisiydim, ama benden başka bu konulardan anlayan yoktu. Polisle uğraştım her zaman. Sadece akademik makaleler yazan ve ders veren bir akademisyen olmadım. Türkiye’den de kopmadım, 2007’de bu internet sansürleri ve Youtube’un engellenmesi 5651 sayılı kanunla başlayınca Leeds Üniversitesi’nden tanıdığım ve şu anda Ankara Üniversitesi’nde çalışan Kerem Altıparmak’la beraber bir kitap yazdık. Türkiye’deki sansür durumunu kritik bir dille eleştiren ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın yaptığı engellemeleri eleştiren bir kitap çalışmasıydı bu. TİB zaten 15 Temmuz süreci sonrasında kapatıldı, biliyorsunuz.
Youtube’un açılma sürecinde neler yaşandı?
Biz akademik çalışmalarımıza devam edelim ama madem ki oyunun kuralları devlet tarafından belirlendi, Youtube iki sene engellenmişti o dönemde, biz de dedik ki bu kararlara mahkemelerde itiraz edelim. Sonuçta vatandaş olarak hakkımız. İlk yaptığımız başvurulardan biri Youtube’un Türkiye’den 2008 mayısıyla 2010 ekim arasındaki 18 aylık süreçte engellenmesiyle ilgili başvuruydu. Ankara Cumhriyet Başsavcılığı’na başvurduğumuzda, başsavcı “siz kimsiniz?” dedi “biz vatandaşız” dedik, “Youtube için geldik fakat onları temsil etmiyoruz” dedik. Kimi temsil ettiğimizi sorduklarında kullanıcı sıfatıyla geldiğimizi söyledik, “biz Youtube kullanıcılarıyız” dedik yani. Adam avukatımızın dilekçesini almak istemedi, hatta avukatımıza “müvekkilleriniz Youtube’un açılmasını istiyor, dolayısıyla Atatürk’e hakareti onaylıyorlar, onların hakkında soruşturma açacağım” dedi, ama o soruşturma hiç açılmadı, keşke açılsaydı. Bizim yaptığımız itirazlar reddedildi. O zaman daha Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru henüz başlamamıştı ama yapabileceğimiz tek şey Avrupa İnsan Hakları mahkemesine gitmekti ve biz de öyle yaptık. Bir de İzmir barosunda avukat Serkan Cengiz o dönemde bireysel bir başvuru yapmış bizden önce, AİHM bu başvuruları birleştirdi. Hukuki anlamda da içi hukuk yolları tükendiği için tek yapabileceğimiz şey 6 ay içinde AİHM’e başvurmaktı. Mahkeme 1 Aralık 2015’te ihlal kararı verdi, yani bizim lehimize ve Türkiye’yi mahkum etti ve 5 yıllık bir süreç tamamlanmış oldu.
Peki Twitter sürecinde neler oldu?
Biz Twitter yasağı için, öncelik talebinde bulunmuştuk, neden öncelik talebinde bulunduk çünkü süregelen bir ihlal söz konusuydu. Bekleyen 16 bin tane başvuru var ama Anayasa Mahkemesi tek tek ilk gelene ya da sıraya göre bu kararları inceleyecek diye bir şey yok. Bu bugün yayınlanmış bir makaleyle ilgili açılmış bir ceza davası değil, interaktif bir sistem olduğu için siz bugün Twitter’ı engellediğiniz zaman sadece geçmişte yayınlanmış içerikleri değil, gelecekte yayınlanacak içerikleri de engelliyorsunuz. Biz bunu mahkemeye de anlattık ve onlar tarihi bir kararla -Anayasa Mahkemesi’nin bu kadar çabuk verdiği bir başka karar daha yok- ihlal kararı verdi.
Amaç nedir? Mücadele ettiğiniz nedir?
Biz bunu demokratikleşme sürecinin bir parçası olarak yapıyoruz. Bugün bazı insanlar sansür sorun değil, şunu kullan bunu kullan diyorlar ya, evet belki teknik anlamda bu sansür girişimlerini aşmak bugün mümkün olabilir fakat yarın öbür gün bu mümkün olmayabilir. İkincisi bunu bu kadar devlet mesele ediyor. Ağırlıklı olarak siyasiler tarafından bu kanun maddeleri kullanılarak siteler, haberler ve içerikler engelleniyorsa bununla mücadele edilmesi lazım. Biz de bunu kendimize bir misyon edindik.
İnternete erişim yasaklanabiliyor mu yani?
Yasaklanıyor tabii… Tamamen engellemeseler bile yavaşlatma uygulamaları başladı. Son dönemde toplumsal olaylardan sonra yavaşlatıyorlar. Bunun altyapısını kurdular ve bununla hukuk yoluyla da mücadele etmek çok zor, çünkü bir karar yok. Normal şartlarda bir engelleme kararına itiraz edebiliyoruz ama yavaşladığında nereye başvuracağız?… Yavaşlattıklarını ispat edebiliriz ama hangi hakime gideceğiz?… Twitter, facebook istese bu yavaşlatmayı çok rahat ispatlayabilir ama Türkiye çok önemli bir pazar, onlar da bu yüzden Türk hükümetiyle kavga etmek istemedikleri için artık pek mücadele etmiyorlar.
Youtube, twitter, facebook gibi platformlardan destek alıyor musunuz?
Destek olmuyorlar hatta açıkça söyleyeyim, biz Youtube için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gittiğimizde Google çok bozuldu, gitmemizi istemiyorlardı. Yazışma yaptık, biz destek istedik, onlar başvuruya katkı sağlayabilirlerdi ama istemediler. Bizimle yan yana bile gelmek istemediler o dönem, teşekkür bile etmediler hatta. Bizim bir beklentimiz olduğundan değil, biz bu işi birilerinden sempati kazanmak için de yapmıyoruz elbette.
Ekibiniz kaç kişiden oluşuyor?
Kerem, ben ve bir iki avukat arkadaş. Ayrıca benim BİLGİ Hukuk’taki klinik dersimden dört öğrenci bu yaz bizimle staj yaptı. Onlar da bu başvuruların hazırlanmasına yardımcı oldular.
Girişimleriniz için hangi ödülleri aldınız?
Kararlardaki katkımız, başvuru yapan biz olmadığımız zamanlarda bile çok yüksek diyebilirim. Tabii ki bu başvuruları yaptığımız için ödüller geldi gerçi. 2014 yılında Türkiye Yayıncılar Birliği İfade Özgürlüğü ödülü verdi, o ödül hem ilk aldığımız ödüldür hem de çok anlamlıdır. O ödülü alan herkes hapse girmiştir, ben ve Kerem hariç. Henüz hapse girmedik demek daha doğru belki de… Arkasından bizim için çok kıymetli olan Halit Çelenk ödülünü aldık 2015’in ilk yarısında, kendisi çok önemli bir insan hakları savunucusu avukattır, Deniz Gezmişlerin avukatıdır. Bu yüzden o ödülün bize verilmesi de çok anlamlıdır. Yine iki ödül de bizim Twitter ve Youtube için yaptığımız mücadelelerden dolayı verildi. Biz tabii ki sadece erişim engellemelerle uğraşmıyoruz, sosyal medyada attığı twitler ya da paylaşımlardn dolayı ceza alanlar ve yargılananlara da destek veriyoruz. Mesela bu hafta Atilla Taş’ı kurtarmaya çalışıyoruz. Biz aktif olarak avukatlık yapmıyoruz ama destek veriyoruz. Sedef Kabaş’a, Merve Büyüksaraç’a destek olduk, bunlar isimleri bilinenler olduğu için söylüyorum yoksa sadece ünlülere değil, herkese destek oluyoruz, öğrenciler, hak savunucuları… çok sevdiğimiz bir vatandaş var, “Melih Çina” diye, Twitter hesabı var, Melih Başgan da diyorlar kendisine. Hakkında açılmış 11 tane ceza davası var hepsinde destek oluyoruz, masraflarını karşılıyoruz.
Maddi bir getirisi var mı bu işlerin, oldukça uzun mesailerden bahsediyorsunuz?
Biz bunları gönüllü yapıyoruz. Bizden başkası uğraşmıyor ki… Farklı farklı hakimere itiraz etmemize rağmen çıkan bütün kararlar hep aynı. Hakimler değişse de kararların değişmediğini göstermeye çalışıyoruz. Hiçbiri okumuyor; değerlendirmiyor bile. tek bir hakimin yanlış aldığı karardan kaynaklı bir sorun değil sistemden kaynaklı bir sorun var burada. Sonra Anayasa Mahkemesi’ne gidiyoruz, bunlar bir paket oldu sen bunları birleştir öyle değerlendir diyoruz.
Columbia Üniversitesi ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden de iki ödül peş peşe geldi
Columbia Üniversitesi zaten çalışmalarımızı takip ediyordu, 35-40 aday arasından tartışmasız bizi seçtiklerini açıkladılar. Gittik ve ödülümüzü aldık ve bu ödülü Barış İçin Akademisyenlere atfettik. Seviniyoruz tabii ödül aldığımızda ama ancak biz bu ödülleri almamaya başladığımız zaman Türkiye’de bir demokratikleşmeden bahsetmek mümkün olacak. Temmuz’da sürpriz bir mesaj geldi ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2016 Basın ve İfade Özgürlüğü Ödülünü aldığımızı öğrendim. O son aldığımız ödüldü. Özgür Gündem bu ödülün verilişinden iki gün önce kapatılmıştı, ben de ödülü onlara atfettim. Hatta Akit’in saldırısına uğradım. İnternetten, Twitter’dan saldıran çok var, madem ifade özgürlüğü deyip “al bu da ifade özgürlüğü” diye saldırıyorlar ama biz uğraşmıyoruz bile; biz zaten bunlarla mücadele ediyoruz.
Ödüllerin sizin davalarınıza nasıl bir katkısı olacak?
Bize bir katkısı olmaz. Katkısı belki Silivri’ye gidersek olur. Kim bu insanlar dendiğinde tanınan akademisyenleriz, ismi bilinen kişileriz. İçtihada girmiş akademisyenleriz sonuçta. Bu kararların bu açıdan önemi var, kitap yazarsınız okunur okunmaz ama o kararlar bizden sonra da kalacak, 100 yıl sonra da o kararların bir önemi olacak. Biz bunu ödül kazanmak için yapmadık. İlkesel bir yaklaşım, belli ilkelerin benimsenmesi ve hukukun bu alandaki gelişimine katkıda bulunmak için yapıyoruz.
Youtube savunmanızın argümanı yurttaş gazeteciliğiydi, burada göstermek istediğiniz neydi?
AİHM’deki Youtube kararı şu anlamda önemli, AİHM ilk defa kullanıcı sıfatıyla yapılan bir başvuruyu olumlu cevapladı. Türk hükümetinin bütün argümanı “taraf değil bunlar”dı. Kim bunlar, Youtube değiller, niye bunlar başvuruyor üzerine kuruluydu. Biz Youtube’un özelilkle yurttaş gazetecilik açısından önemine vurgu yaptık. Türkiye gibi bir ülkede Youtube neden önemli sorusuna cevap verdik, mahkeme almış aynen kullanmış. Mahkeme medyanın hükümetin kontrolünde olduğunu, dolayısıyla bazı içeriklerin özellikle siyasi anlamda Youtube gibi platformlar üzerinden yayınlandığını ve bunun bir alternatifinin olmadığını kabul etti. Yaygınlık açısından ilk adres Youtube. Ayrıca tabii Youtube’un politikası da önemli. Özellikle insan hakları ihlaleri ve siyasi içerikler söz konusuysa kolay kolay kaldırmıyorlar. Bu amaçlarla daha çok kullanılan bir platform. Telif hakları konusunda katı kuralları var, bir de nefret söylemi ya da tehdit içeriklerini hemen kaldırırlar.
Şu anda bu yasaklar konusunda hangi aşamadasınız, neler yapıyorsunuz?
Bizim şu anda Kerem’le birlikte Anayasa Mahkemesi’nde karara bağlanmamış 35 başvurumuz daha var. Hepsini her zaman duyurma fırsatımız olmuyor ama sistematik olarak özellikle siyasi nitelikli erişime engelleme kararlarına itiraz ediyoruz. Biz ediyoruz ve otomatikman reddediliyor. Yaptığımız başvuruları reddederlerken gerekçe de yok, kararlarda “verilen karar usul ve yasaya uygundur” diyor, o kadar. Yüzlerce binlerce karar var, bütün kararlar mı yani; okumuyorlar bile. Ama biz ısrarla bu başvuruları yapmaya devam ediyoruz. Kararlar da şeffaf değil ama biz mücadeleye devam ediyoruz. Niye yapıyoruz: baskı oluşsun diye. Bu bir siyasi baskı mekanizmasıdır, reddederlerse Anayasa Mahkemesi, olmadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideceğiz.
Bir de çok ses getirmiş bir Playboy davanız var, nedir durum?
Dedim ya bu davalar bizim için ilksel bir yaklaşım. Bu anlamda biz Kerem’le Playboy Türkiye’de erişime engellendiğinde onun için de TİB’e karşı dava açtık. Hatta o zaman rahatsız oldular, gazetelerde ironik bir şekilde “Playboy için akademik mücadele” başlıkları atılmıştı. Oradaki argümanımız da şuydu: kanunun amacı çocukları zararlı içeriklerden korumak, “biz çocuk değiliz” dedik. Yetişkin olarak bu sayfalara bakmak yasak olmadığından girebilmeliyiz dedik. Epey yankı uyandırdık tüm dünyada. 2010 yılından bu yana hala devam ediyor, dosya şimdi Danıştay’da. Hatta Playboy’dan teşekkür geldi. Yani açılması için Playboy’un tek umudu biziz.
Peki size Zaman ya da Taraf’tan gelen oldu mu bu anlamda, ilkeleriniz malum çünkü
Hayır gelmediler. Onlar zaten avukatları olan kurumlar. Biz daha çok bireylere destek veriyoruz, kullanıcı sıfatıyla, kurumsal anlamda destek verdiğimiz bir tek Diken var. Daha gelen de olabilir yani bu kararlar çok yeni. Bir önemli şey daha söyleyeceğim, kimler geliyor gelmiyor meselesiyle alakalı biz aslında bu yaz, çok büyük bir iş yaptık ama yazılmadı. Roboski’den orada öldürülen 34 vatandaşın ailesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurularını yapmak için yardım istedi ve dosya hazırlığını ekip olarak tamamen teknoloji kullanarak Kerem, ben, iki avukat arkadaşımız, dört stajer öğrencim ve İHOP’tan Feray Salman yaptık. Toplamda 23 bin sayfalık bir dosya hazırladık. Biz yapmasaydık sadece Tahir Elçi bunu yapardı, burada onu da anmak isterim.
Dünyada ifade özgürlüğü hangi noktada?
Dünyada da sorunlar var ama Avrupa Birliği’yle Türkiye’yi karşılaştırdığımızda Türkiye’nin ifade özgürlüğüyle ilgili hakikaten çok ciddi sorunları olduğunu görüyoruz. Gözaltına alınan, tutuklanan gazeteciler; kapanan dergi, gazete, haber kanalları; kayyum atamaları, 15 Temmuz sonrası KHK’larla yapılan kapatılmalar, tamam hoşlanmayabilirsiniz, terör bağlantısı vardır ya da yoktur, varsa bile adil bir yargılama olmalı. Aynısı kapatılan üniversiteler için de geçerli. Akademisyenler için de geçerli. Kalıcı etkisi olan şeyler bunlar. Bir adil yargılama süreci şart, özellikle basın için. Yargılamadan sonra ceza verilmeli. Ben kapatılamaz demiyorum ama savcının bir dilekçesiyle kanal kapatılıyor, bu aklınıza gelebilecek her türlü adil yargılama kurallarına aykırı ama Türkiye’de bunlar oluyor işte. Savcıya gittiğinizde dosyayı göremiyorsunuz çünkü gizlilik kararı var. Dünyada bunlar olmuyor, bu boyutta değil. Diyorlar ki Almanya’da, Fransa’da da cumhurbaşkanına hakaretle ilgili ceza maddeleri var ama bakıyorsunuz 50 yıldır kullanılmamış hükümler. Bizde bakıyorsunuz, sadece geçen sene 2000 tane dava var. Bunlar biraz Türkiye’ye özgü şeyler ve bu davaları başlatanlar en çok da siyasiler. Şimdiki dönemde susturucu efekt diyoruz biz buna; birincisi yıldırma, ikincisi bezdirme, üçüncüsü ibret. Diğer insanların başına bu geliyor diyorsunuz ve böylece muhalif sesler azalmaya başlıyor. Yazıp silenler başladı, insanlar tweet atıyor ve siliyor, tedirginlik var çünkü.
Siz bilgiye nereden ulaşıyorsunuz?
Bugün beş gazete okusanız bile yetmiyor. Haber almak, gündemi takip etmek, ne olduğunu anlayabilmek için mecbursunuz interneti kullanmaya. Twitter’ın kolaylığı var, takip ettiğiniz hesaplardan bilgi kendi kendine geliyor. Bu yüzden ben de ağırlıklı olarak Twitter’ı kullanıyorum. Asıl haberler sosyal medyadan yayılıyor, n’oldu ne bitti… Yurttaş gazetecilik işte, elinizdeki bir telefonla video da çekebiliyorsunuz, canlı yayın da yapabiliyorsunuz. Cumhurbaşkanı bile 15 Temmuz’da Facetime üzerinden canlı yayına bağlandı mesela. İnternet bu anlamda çok önemli, daha az demokratik ülkeler ya da bazı hükümetler diyeyim, rahatsız oluyor elbette. Bizde de uzun yıllardır bir rahatsızlık var. Medya kontrol altında. Bazı konularda haber alabilmek için tek şansımız sosyal medya.