Turist rehberliği yaparken, üniversitede öğretmenlik okuyup, ardından radyoculuğa başlayan ve tesadüfen başladığı öğretmenlik kariyeriyle yaptığı her işte olduğu gibi bunda da bir fenomene dönüşen Levent Erim için öğretmenliğin yeri apayrı.
Bizi ağırladığı Kent FM stüdyosunda kendisiyle nefis bir sohbet gerçekleştirdik ve elbette ilk olarak çok sevdiği öğretmenliği sorduk.
Biz sizi radyocu biliyoruz, öğretmenlik maceranız nasıl başladı?
Esasında çok ilginç, Saint Benoit’yı bitirdikten sonra o dönemler turist rehberliği yapıyor ve turist rehberliğine devam edebileceğim bir dalda eğitim almak istiyordum. O yüzden iki tercih yaptım -o zamanlar tercih yapılıyordu çünkü- ikincisi İstanbul Üniversitesi Fransızca öğretmenliğiydi ve haliyle çok yüksek puanla kazandım. Turist rehberliği devam ederken radyoculuğa başladım, sonra televizyon filan derken okul zar zor bitti. BİLGİ’ye kadar öğretmenlik yapmamıştım. Çok istediğim bir şey de değildi aslına bakarsan öğretmenlik. Ama bilseydim, okulu bitirir bitirmez öğretmenlik yaparmışım. Öğretmenlik çok acayip bir şey, enerjisi çok garip bir şey. BİLGİ’yle başladım, o da şans eseri oldu. Ben hayatım boyunca radyo televizyon işleri yaptım. Radyoyu çok uzun zaman yaptım. Sonra dijitalin Türkiye’de yavaş yavaş yükseleceği dönemlerde 2002-2003 gibi ben bir ajansım olsun dedim, işin içine daldım derken bir baktım ki insanlar dijital konusunda bin tane şey soruyorlar, ajansım var mutluyum vs. Sonra bizden bir arkadaş BİLGİ’de ders veriyormuş, dijital konusunda da bir hoca arıyorlarmış, beni önermiş, benim hiç haberim yokken. Bana bir randevu ayarladılar. Gittim konuştum, 2011’di yanılmıyorsam. Ve başladık. İlk sınıfım 12 kişiydi, böyle mi olması gerekiyor dedim, artar eksilir dediler o dönem 15 kişiyle ders yaptık. Bu sene 75 kişiyiz. Şimdi dersimin, o bölüm için BİLGİ’nin tercih edilme sebebi olduğunu söylüyorlar sağolsunlar.
Sizin öğrencilik yıllarınızla günümüz öğrenciliğini kıyaslarsanız, sizce en temel fark nedir?
Yeni nesil tedrisatta problem yaşıyor ister istemez. Onlar daha interaktif bir ders istiyorlar. İlgi odakları yaklaşık 3-4 dakikada bir dağılıyor ve sosyal medya her geçen gün daha da hayatımızın içinde. Devamlı mesajlaşıyorlar; bir snapchat, beni kim beğenmiş filan derken ders kaynıyor gidiyor. “Peki” dedim “dersin içine bunları sokalım, o zaman başka bir durum olacak. Nitekim başka bir durum oldu, çocuklar da bundan mutlu oldular. Şimdi 75 kişilik oluyor sınıfım, ben 40’ta limitliyorum.
Biraz kalabalık değil mi, tüm öğrencilerinizi tanır mısınız?
Sonuna doğru hemen hepsini tanımış oluyorum fakat tabii haliyle kendini tanıtan var, onu hemen tanıyorsun, ilk dersten ismini ezberlediğim oluyor, ama sonuçta o 75’iyle de sonunda mutlaka tanışmış, onlarla bir şeyler yapmış minicik de olsa bir anı bırakmış oluyorum, en azından kendimce öyle yapmaya çalışıyorum.
Nasıl geçiyor dersleriniz, neler yapıyorsunuz?
Haftada 3 saat dersim var, ben üç saatini de blok yapıyorum üstüne üstlük. Mesela bir sene sabahın ilk saatini aldım, çok erkene aldım ve dedim ki arkadaşlar siz bu üç saatin iki saatinden sorumlusunuz, 10.00-12.00 arasını, sabah 9.00’da ben burada kahvaltı ediyor olacağım gelip gelmemenizi yoklamaya saymayacağım ama benimle kahvaltı etmek isteyen varsa bir de ondan bundan kouşuruz hem de piyasadan konuşuruz ben kahvaltıya bekliyorum dedim, O sabah 9.00’da herkes geldi. Çünkü ders, ders olarak çok sıkıcı bir şey, biz derste pratiği çok önemsiyoruz. Mutlaka her sene bir müşterimiz oluyor, o müşterimiz için sınıfı dörde bölüyorum, dört ajans oluyorlar ve diyorum ki insiyatif elinizde olan ajanssınız ben size hazırlamanız gereken her şeyi öğreteceğim, ama ben değil siz hazırlayacaksınız. Sonuna kadar yardım ediyorum. Hatta içlerinden çıkmış 4 ajans var, bildiğiniz fatura kesen ajanslar bunlar.
Ders içeriği nedir, derste neler yapıyorsunuz?
Biz bir markanın dijital pazarlamasını yapıyoruz; bunu öğretiyoruz. Marka geliyor dijital bir breef veriyor. Öğrenciler onlardan gerekli bilgileri alıyorlar ve ondan sonra ne yapacaklarını ben onlara bir yol haritası olarak sunuyorum. Konunun Türkiye’deki uzmanlarını derse alıyorum, bir saatlik bir konukluk oluyor. İlginç insanlar geliyor, öğrencilerin vizyonlarını açıyorlar ve gelenlerin hepsi öğrencilerle her türlü mecradan iletişime devam edebiliyorlar. Böyle olunca öğrenci biraz daha pratik kazanmış oluyor. Ajans müşteri ilişkisini zorluğunu da yaşıyorlar tabii. Üniversite size teoriyi verir de pratik başka bir şey. Mesela gün geçtikçe staj yapanların sayısı azalıyor. Tatil yapmayı seçiyorlar çünkü. Mümkünse yıl içinde mutlaka staj yapmaları için destekte bulunuyorum, gerekirse bazı yerlere gönderiyorum. Çünkü bu işi yapacaklarsa mutlaka iyi öğrenmeleri gerekiyor. Müşteriyi de iyi öğrenmeleri gerekiyor, tecrübe ederek. Çünkü üniversite nefistir, hele bizimki gibi bir kampüs varsa tadından yenmez, kızlar erkekler, arkadaşlıklar aşklar falan nefis! Burada sorun yok ama üniversite bitince bir orman var yani, orada müşteri var, ajans başkanı var, çalışan için zor bir durum var. Bizim onları buna baştan hazırlamamız lazım. Bence en büyük şansımız Halil Nalçıoğlu’dur. Çünkü o da böyle düşünüyor ve hocalara da aynı şeyin yapılması için yol açıyor. Okul için güzel şanslardan biridir onun varlığı.
Öğretmenliğin/eğitimciliğin sizin için anlamı nedir?
Başlarken 12-15 öğrencim vardı şimdi sınıfımı 75 kişiyle sınırladım. Eğer klasik bir eğitimci değilseniz sizin de hergün kendinizi yenilenmeniz gerekiyor. Her şeyi mutlaka iyi takip etmeniz gerekiyor. Ben onalar bir şey öğretiyorum ama bir o kadar da kendim öğreniyorum. Yaptığım tüm diğer işlerden ayrı bir yerde benim için öğretmenlik. Fransızca öğretmenliğini bitirdikten sonra öğretmenlik yaparmışım, kesin. Belki lise veya ortaokul öğretmeni olsam bu serbestliği bulamazdım ama üniversitede öğretim görevlisi olmak ve o genç zekalarla çalışıyor olmak nefis. Biraz da Ölü Ozanlar Derneği’nin duygusallığı var bende. Bütün öğretmenler hep öyle bir öğretmen olmak isterler ya… Çok seviyorum öğretmenliği.
BİLGİ’de devam edecek misiniz?
Onlar da isterlerse evet, ben çok isterim. Ben çok duygusalımdır. BİLGİ’de mutluyum. Bunu para kazanmak için yapmıyorum ki. Gönüllü yaptığım bir şey, işin güzelliği de orada zaten, enerjisi çok yüksek çünkü. Bir de takım tutmak gibi bir durum bu, ben BİLGİ’yi tutuyorum yani başka bir okulda çalışmak istemem.
Radyoculuğun hayatınızdaki yeri nedir?
Ben 21 sene radyoculuk yaptıktan sonra 3 sene evvel bırakmıştım. Sabah yayınları yapıyordum, saat 6’da kalkıyordum 7.00-9.00 program yapıyordum, sonra ajansıma gidip 9.30’da toplantıda oluyordum. 44 yaşındaydım ve artık kaldıramıyorum, diyerek ve çok üzülerek radyoculuğu bıraktım. İkisinden birini tercih etmem lazımdı, parası çok olanı tercih ettim. Hayat böyle bir şey çünkü… fakat tabii benim müziği bırakabilme ihtimalim yok, Spotify’da listeler yapmaya başladım, şimdi 21 bin takipçim var ve Türkiye’de böyle bir rakam bulmak zor, Teoman’ı bile kimse o kadar takip etmiyor, öyle söyleyeyim.
Şimdi KentFm’desiniz, radyo günleri yeniden başladı, nasıl ikna ettiler sizi?
Ben Bebek Kahve’ye çok sık giderim, hemen hemen 30 senedir giderim, belki daha da fazla, bizim çok samimi bir arkadaşımız dedi ki ben bir isim hakkı aldım, benim debir frekansım vardı onu da radya yaptım dedi nedir dedim kent fm dedi, ne diyorsun sen dedim ya, kent fm bu ülkenin ilk radyolarından biri ve en kültüdür, efsanedir yani sonuçta, ben kalktım “yayın yapmaya gidiyorum” dedim “git” dedi, 1,5 ay önce içeri girdim ve yayın yapmaya başladım, tekrar bir radyoculuk kariyeri oluşmaya başladı. Müziğin tarzı olmaz müziğin iyisi olur kötüsü olur, bir radyonun da tarzı olmamalı iyi müzik çalmalı, burası öyle yapıyor. sonuçta esasında ben kent fm’i çok sevdiğim için, radyoculuğu çok sevdiğim için hiçbir çıkar gözetmeksizin yapıyorum bu işi.
Yeni ajansınız hayırlı olsun…
Teşekkür ederim. Ajansım bundan 5 ay önce yeni bir evlilik yaptık, benim bir türlü tek başıma bir ajansım olamıyor. Bunu serzeniş olarak değil, iyi bir şey olarak söylüyorum. Ben ne zaman bir ajans kursam ya mutlaka bir ortak çıkıyor ya merge ediyorum başka bir reklam ajansıyla ya da satılıyor. “Biz kimiz’i şöyle açıklıyoruz biz: “Çalışmayı çok seviyoruz. Yerimizde duramıyoruz. Çok duygusalız.” Şimdi bu çok duygusalız kısmı bizim için bence çok önemli çünkü bence. Biz o markayı biz kurmuşuz gibi benimsiyoruz çünkü. Artık insanların IQ’su değil EQ’su çok çalıştığında çok daha başarılı oluyorlar. EQ bizim işimiz için çok önemli, o yüzden duygusalız ve heyecanla yapıyoruz işimizi, sahipleniyoruz yaptığımız işi. Öyle olunca markalar bizi seviyor, bugüne kadar bir müşteri problemi yaşamadığımız için de hep birileri geliyor bize, hadi sizi satın alalım, hadi aortak olalım gibi. GTC eski bir PR ajansı, benim müşterimdi, biz dijitale girmek istiyoruz ama seninle beraber girmek istiyoruz dediler, tamam dedik ve 5 ay önce ortak olduk. iyi şartlar sunuldu, mutlu olduk, elemanlar yer değiştirdi, yeni elemanlar aldık vs. işi büyüttük, şimdi bu da büyüyor.
Kariyerinizde yapmak isteyip de yapamadığınız bir şey var mı?
ben böyle iyiyim yani, bugüne kadar istediğim her şeyi yaptım. hep istediğimi yaptım zaten. Şu an olduğum yerden memnunum, sorun yok. Öğretmen olurdum kesin, radyoculuk da yapardım ama televizyon yapmazdım. Bu ülkedeysem televizyon yapmazdım.
Televizyonculuk?
Çok dipsiz bir kuyudur, çok muz kabukları vardır. hep basarsınız o muz kabuklarına. Televizyon camiası yalanlar üzerine kuruludur. Kocaman adamların yalan söylemesini sevmiyorum. Ben tamamen kendi isteğimle çıktım. Çok da iyi yaptım, keşke hiç bulaşmasaymışım. Okan Bayülgen’le, “Gece Kuşu” yaptık, tek iyi hatıram odur. Mutlu olamıyorsunuz ki, çok sahte, dünyanın en antipatik şeyidir Türkiye’de ünlü olmak, özel hayatın yok, balkonuna çıkamazsın ya… o ben değilim, hiç istemedim zaten öyle bir kayıp iki senem var kendi hayatımda. Şimdi bakıyorum da keşke bunlar olmasaymış hayatımda diyorum. Çünkü hayat başka bir şey…
Nasıl bir şey hayat?
Hayat nefis bir şey. Bebek’te tavla oynamak, sevdiğiniz insanlarla doyasıya konuşmak, yemek yiyebilmek, tatile gidebilmek ve hiçkimseye hesap vermemek. Elinde fotoğraf makinası olan bir adama neden hesap vermek zorunda kalmamak olmalı hayat… ne yedin kimle yedin? Sana ne yani?! Bu arada tecrübedir, iyi ki o televizyon tecrübesini yaşamışım ki bu cümleleri size aktarabiliyorum yoksa hala içinde olmaya çalışıp abuk subuk hareketler yapan biri de olabilirdim yani.