2015 yılında, Alman Marshall Fonu’nun bir girişimi olan Karadeniz İş Birliği Fonu’ndan alınan kaynaklarla çok tartışılan bir konu olan kutuplaşmanın ne anlama geldiğini ve ortaya çıkardığı sonuçları Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci ile konuştuk.
Oldukça ses getiren “ Türkiye’ de kutuplaşmanın Boyutları araştırması, 18 + yaş nüfusunu temsil eden 2004 kişiyle 16 ilin kentsel ve kırsal bölgelerinde yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirildi. Öncelikle araştırmanın yöntem ve künyesi ile başlayacak olursak; nereden yola çıkıldı, araştırmanın temel esası neye dayanıyordu?
Kısaca araştırmanın temel yapısı, ana çatısı ile başlayalım… Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları -2017 Araştırması, 2015 yılında yapılmış bir araştırmanın devamı… 2015’te, Alman Marshall Fonu’nun bir girişimi olan Karadeniz İş Birliği Fonu’ndan alınan kaynaklarla çok tartışılan bir konu olan kutuplaşmanın ne anlama geldiğini Projemizin Koordinatörlüğünü de yapan Emre Erdoğan hocamız yürütmüştü. 2015 Kasım ayında yaptığı bu araştırmayı Şubat 2016’da açıklamıştı, sonuçları çok ilgi çekmişti. 2015’ten bu yana yaşadıklarımızı düşünerek, terör saldırıları, darbe girişimi, referandum ve benzeri gelişmelerin bu kutuplaşma dediğimiz olguda ne gibi etkiler yarattığını anlamak amacıyla yine aynı kuruluştan sağladığımız kaynaklarla araştırmayı İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi çatısı altında yineledik. Söylediğiniz gibi 2004 kişi katıldı, Türkiye seçmen nüfusunu temsil eden bir örneklem kullanıldı. Ek olarak Aralık ayında İstanbul’da farklı parti taraftarlarının katılımıyla dört odak grup çalışması yaptık, o da sayılardan öğrendiklerimizi, katılımcıların kelimeleri ile açmamızı ve bulguların bir tür sağlamasını yapmamıza yaradı.
Araştırmanın dikkat çeken noktalarından biri kutuplaşmanın, siyasal hoşgörüsüzlük ile daha bir somut hal alması. Örneğin uzak hissettikleri partilerin taraftar yürüyüşlerine olumsuz yaklaşıyor, toplantı ya da basın açıklamalarını onaylamıyor… Bu durum ileride ne gibi sorunları doğurabilir, bu konu hakkında genel hatlarıyla düşünceleriniz nelerdir?
Kutuplaşma kavramının farklı tanımları var, bazıları sadece elit düzeyinde olduğunu, halkın o kadar kutuplaşmadığını iddia ediyor. Bazıları sadece sağ-sol ya da liberal-muhafazakar ayrımında mesafelerin arttığını söylüyorlar. Bizim yaklaşımımız biraz daha psikolojik, mikro düzeydeki faktörlere, mekanizmalara odaklanıyor. Bir parti destekleyebilirsiniz, başka birisi de başka bir partiyi destekleyebilir; bu düşman olmanızı gerektirmez. Bildiğimiz liberal demokrasi deneyimi parti taraftarlığının, takım tutar gibi bir bağlanma, bir aidiyeti olmadığını, daha ziyade siyasal alandaki konular çerçevesinde farklı partilerin desteklenebileceğini söylüyor. Ama kutuplaşma dediğimiz şey öyle bir olgu ki, parti tercihleri kimliklere dönüşüyor, siz kendinizi sizinle aynı partiyi tercih edenlerle bir grup halinde görmeye başlıyorsunuz, o da gruplar arası ilişkilerin psikolojisini devreye sokuyor; bir deyişle siyasi parti tercihleri sosyal ya da siyasal psikolojinin ilgi alanına giriyor. Olgunun psikolojik boyutunu da ele alan bizim yaklaşımımız, kutuplaşmayı üç ana boyutta somutlaşan bir şey olarak görüyor. Bunlardan birincisi, ileride yeniden değiniriz belki, diğer parti taraftarlarıyla olan sosyal mesafenin azalması, ikincisi diğer parti taraftarlarına karşı hissedilen ahlaki üstünlük hissi ve sonuncusu da sizin bahsetmiş olduğunuz siyasal hoşgörüsüzlük. Siyasal hoşgörüsüzlük, herhangi bir diğer grubunun doğal olarak sahip olduğu siyasal hakların verilmesi, geri alınması ve geri alınmasının onaylanması anlamına geliyor. Oysa bu tür siyasal haklar, insanların geri alınamaz hakları arasında yer alır. Hele ki bahsettiğimiz grubun bir siyasal parti taraftarları olduğunu hatırlarsak, onların siyasal haklarının geri alınması ya da kısıtlanmasını onaylamak, demokrasinin temel prensipleri ile çelişiyor. Araştırma çalışmamız bu tutumun yaygınlığını açıkça gösterdi. Biz kutuplaşmanın bahsettiğimiz üç boyutunun iç içe geçtiğini düşünüyoruz, sosyal mesafe, ahlaki üstünlük ve siyasal hoşgörüsüzlük el ele yürüyen üç boyut.
Sizce sosyal medyanın gücü, kutuplaşmanın önüne geçebilir mi? Ya da kutuplaşmayı önleyebilecek bir yol var mıdır, varsa nedir?
Bizim araştırma çalışmamızın gösterdiği önemli şeylerden biri insanların yankı odalarında yaşadıklarıydı. Yankı odası, Amerikalı sosyal bilimci Cass Sunstein tarafından önerilen bir kavram. Diyor ki, sadece kendinize benzeyenlerle iletişim kuruyoruz, sadece kendinize benzeyenlerin düşüncelerini duyuyor, sadece kendi görüşünüzü destekleyen gazete ve televizyon kanallarını izliyorsunuz. Öyle bir hale geliyorsunuz ki, sadece kendi sesinizin yankılandığı bir odada izole edilmiş oluyorsunuz, diğer sesler ve başka görüşlerle karşılaşmıyorsunuz. İşte geleneksel medya bu yankı odalarının inşa edilmesine hizmet ederken, sosyal medya dediğimiz, çoğunlukla da Facebook ve Twitter’dan bahsettiğimiz araçlar ne yapıyor, bu soruna çare oluyorlar mı? Hayır« Sosyal medya ilk doğduğunda bazı iyimserler vardı, bu araçların normalde karşılaşmadığımız insanlar ve fikirlerle rastsal karşılaşmalar sağlayacağını, dolayısıyla farklı görüşlere daha fazla “maruz” kalacağımızı öne sürüyorlardı. Öyle olmadı. Facebook’un zaten sizi sadece sevdiğini insanlar ve fikirlerle baş başa kalmanızı sağlayan bir algoritması var, buna filtre balonu deniyor, filtreler yüzünden sevmediğiniz insanları görmez oluyorsunuz. Twitter’ın böyle doğrudan bir müdahalesi yok ama onu da biz yapıyoruz, farklı fikirde olduğumuz insanları takip etmiyoruz, alışageldikten farklı bir şey söylediğiniz zaman da onlar da sizi takip etmiyor. Google aramalarının, Youtube videolarının ve diğerlerinin hepsinin böyle işlevleri var. Dolayısıyla sosyal medya bu yankı odasına farklı sesleri sokmuyor, bilakis onları daha da duyulmaz hale getiriyor.
Araştırmaya göre tüm farklılıkların yanı sıra parti tabanlarının ortak görüşte olduğu konular dış politika v e S u ri y e li le re karşı olan tutum gibi görünüyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Araştırma çalışmasını sunarken, biraz da kinayeli olarak bu konuları “Ortaklıklarımız” başlığı adı altında sunduk. O konuya gelene kadar, toplum siyasal partiler bazında o kadar bölünmüş gözüküyordu ki, insanlar ister istemez “yok mu hiç ortak yanımız?” diye soruyorlardı. Evet, var, bir takım olumsuz konular büyük bir ortak payda oluşturuyor. Bunlardan birincisi dış politika konuları« Bu alanın uzmanı olmayan insanların dış politika hakkında çok fikir sahip olamayacağı, kanaatlerinin kolaylıkla değişken olduğu ilgili yazında da söylenir. Bu bakış açısıyla sıradan vatandaşlar dış politika konularında liderlerini/partilerini takip ederler. Bu büyük ölçüde doğru. Ancak, insanların dış politika konusunda kanaatleri var ve bu kanaatler lider söylemlerinin ötesinde bazı değerlere, siyasal ya da sosyal olaylara dayanıyor. Örneğin Avrupa Birliği’ne karşı tutumlarımız. Çok uzun zamandır Türkiye toplumunun büyük çoğunluğu Avrupa Birliği’ne girilmesinin iyi bir şey olduğu kanısında, maddiyat yüzünden olabilir, özgürlükler ya da serbest dolaşım hakkı yüzünden olabilir. Öte yandan, yine oldukça kalabalık bir kısmı, Avrupa ülkelerinin Türkiye’yi bölmeye çalıştığı kanısında, buna biz Sevr Sendromu diyoruz. Proje Koordinatörü Emre Hocamız çok uzun yıllardır tekrarladığı tüm araştırmalarda, 2003’ten bu yana bu oranı yüzde 60’lar civarında buluyordu. Bu araştırmada ise yüzde 80’e kadar yükselmiş bir oran görebiliyoruz. Bu kadar yükselmesi şaşırtıcı olsa da, anlaşılabilir; son iki yılın gelişmeleri böyle bir etki yaratmış demek ki. Burada şaşırtıcı olan, siyasi parti taraftarları arasında bu konuda anlamlı bir fark olmaması; diğer bütün konularda tamamen zıt kutuplarda yerleşmiş olan partililer, söz konusu Sevr Sendromu olduğunda birleşiyorlar, hangi partiyle kendini özdeşleştirdiklerinin önemi kalmıyor. İşte bu üzerinde düşünmemiz gereken bir konu. İkincisi de Suriyelilere karşı olan tutumlar. Aslında araştırma çalışmamız Suriyeliler hakkında çok daha fazla soru içeriyor, o sonuçları 12 Mart’ta Ankara’da tartıştık. İlgilenenler için Göç Merkezi’nin web sayfasından sunumlara ulaşılabilir. Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması sunumunda ise bu konuya detaylı girmeyip, tek bir soruya yer verdik, kabaca Suriyeliler savaş bittikten sonra ülkelerine geri gitsinler mi diye sormuştuk. Tabii ki siyasal parti tabanları arasında farklılıklar var, ancak o kadar yüksek oranda “geri gitsinler” yanıtı aldık ki; aradaki farklar nüans gibi gözükür oldu. İşte bu da düşünmemiz gereken başka bir konu« Her iki konunun da ortak nedenleri var, çok uzun süredir siyasal kültürümüzün, siyasal tarih anlatımızın temellerinde yer alan nedenler. Bu nedenler, bütün ayrılıkların ötesinde bir ortak zemin oluşturuyor; özellikle ‘korku’ ve ‘endişe’ hali önyargıları pekiştirip, farklılıklara olan mesafeyi arttırıyor.
Bu siyasal kutuplaşma sadece partiler arası değil gazete ve televizyon tercihlerinde de görülüyor. Her parti tabanının kendisine yakın mecralardan haber almayı tercih ettiğini gösteriyor sonuçlar. Bu konu hakkında görüşleriniz nedir?
İnsanların sadece kendi görüşlerini destekleyen, o görüşlerle uyumlu mecraları takip etmesi şaşırtıcı değil. Kendi görüşlerimize aykırı görüşlerle karşılaşmak yorucu bir iş, o farklı görüşleri dinlemek, anlamak ve belki de hak vermek çok ciddi zihinsel çaba gerektiriyor. Gündelik yaşam koşuşturması, iş güç filan derken, o çabayı harcayacak mecalimiz ne kadar kalıyor? Buna bir de içinde olduğumuz dünyanın tüm sorunlarını ekleyin, ekonomik zorluklar, savaşlar, terör saldırıları, tüm yaşananlar« Bir de iletişim çağının bir sonucu olarak gelen mesaj sayısındaki katlanmayı da hesaba katın« Bu şartlar altında, farklı bir görüşü seslendiren bir televizyon kanalına ya da köşe yazarına katlanmak mümkün değil, hemen kanal değiştiriyoruz, ya da klikleyip köşeden kapatıyoruz. Zaten odaklarda da bu çok ilginç bir şekilde ifade edildi. Önce hemen hemen bütün parti taraftarları tüm kanallara bakıyoruz, farklı kanalları takip ediyoruz dedikten sonra detayları aktarmaya başlayınca, ‘zaten dayanamıyorum, hemen kanal değiştiriyorum’ şeklinde aktardılar. Zamanın ruhu diyelim, bize farklı seslere kulak açma fırsatı sunmuyor, bu da siyasal kutuplaşmanın artmasına da yol açıyor. Son olarak eklemek istediğiniz sorular, değinmek istediğiniz konular… Tasvir ettiğimiz manzaranın çok iç açıcı olduğunu söylemek mümkün değil, zaten bu yönde eleştiriler var, “kutuplaşma var diyerek kutuplaştırıyorsunuz” diye. Ancak bu bir tasvir, eksiklikleri ve fazlalıkları olabilir, ama bu durum tespiti. Şu ana kadar eldeki veriler durumu böyle gösteriyor, zaten günlük yaşamda her birimiz de bunu deneyimliyoruz. Zaten çok uzağa gitmemize gerek yok, kendi gündelik yaşamımıza dair gözlemler de bu araştırmanın bulgularını doğruluyor. Aralık ortasında yine Göç Merkezi olarak yürüttüğümüz ötekileştirmeye dair TÜBİTAK araştırmasının sonuçlarını da paylaşmıştık. Oradaki bulgular da aslında bu temassızlık halinin ne kadar önemli olduğu, farklılıklarla beraber yaşayabilmenin, gerçek bir temas kurmanın algıları, özellikle önyargıları nasıl kırdığını bize göstermişti. Ne derece farklı görüşten insanlarla bir aradayız, yaşamımızı ne kadar açıyoruz ne kadar etkileşime giriyoruz? Facebook arkadaşlarımız bizden ne kadar farklı, kaç tane farklı Twitter kullanıcısını takip ediyoruz? Farklı televizyon kanallarına tahammülümüz ne kadar, kaçımız karşı görüşün gazetesini okuyoruz? Araştırma, gerçek yaşamımızdan daha karamsar bir resim sunmuyor. Bir de bu araştırmayı aktarırken aslında dillendirmeye başladığımız bu ayrışmanın mekansal olarak da gözlenebilir hale gelmesi, bu konunun da çok önemli olduğunu ve üzerinde çalışmamız gerektiğini düşünüyoruz. Buradan bir çıkış var mı, resim değişir mi? Tabii ki çok farklı düzeylerde çok farklı çözümler düşünmek gerekiyor. Ancak ekip olarak altını çizmek istediğimiz ilk nokta bu çabayı her birimizin göstermeye çalışması. Yaşamın bizden esirgediği renkliliği bizim kendimizin sağlaması yönünde bir çaba göstermemiz, korku ve endişenin bizi ‘korunaklı’ ‘biz’liklere hapsetmemesi ve kendimize atfettiğimiz ahlaki üstünlüklerle yüzleşip, başkalarının mağduriyet öykülerinin de bizlerinki kadar can yakabileceğini anlamaya çalışmamız, Aralık ortasında yine Göç Merkezi empati geliştirebilmemiz